Etiket: Boşanma avukatı

NİŞANIN BOZULMASI VE TAZMİNAT DAVASI

Nişan Bozulması Tazminat Davası

Evlilikten önce taraflar arasında yapılan nişan töreniyle kişilerin nişanlanması sağlanır. Nişanlanan çiftlerin ileride değişen durumlar sebebiyle ilişkilerine son vermeye yönelik karar verebilirler. Taraflar arasında meydana gelebilecek uyuşmazlıklar arasından en yaygın olanı tazminat sorunudur. Nişanı bozulan kişilerin yaşayacağı tazminat sorunundan önce nişanlılığın hukukumuzdaki yerini ve durumunu açıklamak gerekir.

Nişanın Hukuktaki Yeri Nedir?

Evlilik birliğinin kurulmasından önce taraflar arasında yapılan ilişki durumuna nişanlılık diyebiliriz. Türk örf ve adetlerinde evlilikten önce kişiler nişanlanır. Nitekim örf ve âdet geleneklerimizle yaygınlaşan bu durum kanunlara da yansımış ve yasal olarak nişanlılık kanunda düzenlenmiştir. Nişanlılığa Türk Medeni Kanunu’nun 118.maddesinde yer verilmiştir. Maddeye göre ‘’Nişanlanma evlenme vaadiyle olur’’ şeklinde belirtilmiştir.

Ayrıca belirttiğimiz gibi nişanın bozulmasıyla ortaya çıkacak bir takım sorunların da neler olduğu ve bunların sonucu da düzenlenmiştir. Bunun sebebi; kişiler arasında kurulan nişanın bozulması sebebiyle iki tarafında ekonomik ve manevi olarak kayıplar yaşama ihtimalidir.

Türk Medeni Kanun’un 120. maddesi ve 121. maddesinde nişanın bozulmasının sonuçları olarak maddi ve manevi tazminat düzenlenmiştir. Taraflar arasında nişanın bozulmasıyla ortaya çıkan maddi ve manevi tazminat sonucunu tek tek inceleyelim.

Nişanın Bozulması Sonucu Oluşan Maddi Tazminat Nasıl Olur?

Belirttiğimiz gibi nişanlılık evlenme vaadiyle oluşur ve bilindiği üzere kişiler evlenme düşüncesiyle evlenene kadar buna nişanlanma da dahil pek çok maddi harcamalarda bulunur. Dolayısıyla nişanın bozulmasıyla kişilerin maddi zarara uğraması da çok doğaldır. Bu sebeple taraflardan birinin nişanı haksız yere sonlandırmasına karşı diğer tarafı uğrattığı maddi zararları gidermekle yükümlü olur. İşte bu maddi zararların giderimi için karşı tarafa ödenen maddi tazminat nişanı bozma sonucu olarak karşımıza çıkar.

Nitekim bu durum açıkça TMK’nın 120. maddesinde de; “Nişanlılardan biri haklı bir sebep olmaksızın nişanı bozduğu veya nişan taraflardan birine yükletilebilen bir sebeple bozulduğu takdirde; kusuru olan taraf, diğerine dürüstlük kuralları çerçevesinde ve evlenme amacıyla yaptığı harcamalar ve katlandığı maddî fedakârlıklar karşılığında uygun bir tazminat vermekle yükümlüdür. Aynı kural nişan giderleri hakkında da uygulanır.” şeklinde belirtilmiştir.

Dolayısıyla haksız yere nişanı bozan taraf karşı tarafa karşı dürüstlük kuralına aykırı şekilde hareket etmiş ve kişinin evlenme vaadiyle yapmış olduğu maddi harcamalarda zarara uğratmıştır. Zira bu kişi nişanı bozarak evlenme durumunu ortadan kaldırmıştır. Bu sebeple maddi zarara uğrayan kişiye karşı uygun bir tazminat ödemek zorundadır.

Ayrıca maddi tazminat talep edilebilmesi için sadece nişanın haksız yere bozulması aranmaz. Nişanın haksız yere bozulmasının yanı sıra birkaç şart daha aranır. Şöyle ki;

Kişinin maddi tazminat talep edebilmesi için gerçekten bir maddi zarara uğramış olması gerekir. Nitekim kişinin evlenme vaadiyle hiçbir maddi harcama yapmaması veya herhangi bir maddi fedakarlıkta bulunmamış olması durumunda nişanın bozulmasıyla kişide maddi zarara sebebiyet verilmediği için maddi tazminat talep edilemez. Diğer aranan şart ise nişanın bozulması ile maddi zarar arasında illiyet bağının olması gerekir.

Kimler Nişanın Bozulmasına Yönelik Maddi Tazminat İsteyebilir?

Öncelikle tabii ki nişanlanan kişiler nişanın haksız yere bozulmasına karşılık maddi tazminatı talep etme hakkına sahiptir. Aynı zamanda bu hak nişanlanan kişinin ailesine de tanınmıştır.

Kişinin annesi veya babası haksız yere nişanını bozan tarafa karşı evlenme vaadiyle maddi harcamalarda bulunması ve aynı zamanda ekonomik olarak da fedakarlıkta bulunmasından dolayı maddi tazminat talep etme hakkına sahiptir.

Aynı zamanda kanun koyucu sadece anne ve babasına karşı değil onlar gibi davranan kişilere de bu hakkı tanımıştır.

TMK’nın 120.maddesinin 2.fıkrasında: “Tazminat istemeye hakkı olan tarafın ana ve babası veya onlar gibi davranan kimseler de, aynı koşullar altında yaptıkları harcamalar için uygun bir tazminat isteyebilirler.” şeklinde maddi tazminatı talep etme hakkının kimlere verildiği belirtilmiştir.

Bir diğer nişan bozulmasının sonucu olarak karşımıza manevi tazminat talep etme hakkı çıkar.

Nişanın Bozulması Nedeniyle Manevi Tazminat Nasıl Talep Edilebilir?

Bilindiği üzere manevi tazminat kişinin kişilik haklarına saldırıda bulunulması durumunda ortaya çıkan bir tazminat türüdür. Dolayısıyla burada da nişanın bozulmasıyla birlikte kişiye karşı kişilik haklarına yönelik saldırının bulunması gerekir.

Manevi tazminatta da durum maddi tazminattakiyle hemen hemen aynıdır. Yine ilk olarak haksız yere nişanın bozulmuş olması aranır. Haksız yere nişanın bozulmasıyla birlikte kişiye karşı kişilik haklarının ihlal edilmesi veya saldırıda bulunulması gerekiyor. Böyle bir durumla karşılan kişi maddi tazminatın yanı sıra manevi tazminatta talep etme hakkı vardır.

Kişilik hakları ihlal edilen ve nişanı haksız yere bozulan kişi tarafından manevi tazminat talep edilebilir. Burada maddi tazminattan farklı olarak manevi tazminatı talep etme hakkı sadece kişilik hakları zedelenen ve nişanı bozulan kişiye tanınmıştır. Bu kişinin ailesi veya onlar gibi olan kişiler manevi tazminat talep edemezler.

NİŞANIN BOZULMASI NEDENİYLE AÇILACAK MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT TALEPLİ DAVA İÇİN ZAMANAŞIMI SÜRESİ VAR MIDIR?

Kişi nişanının bozulması sebebiyle açacağı maddi ve manevi tazminat davalarını nişanın bozulmasından itibaren 1 yıl içerisinde açmak zorundadır. Nişanın bozulduğu tarihten itibaren tazminat davalarının açılmaması halinde dava açma hakkı 1 yılın sonunda zamanaşımına uğrar.

Nişan Bozulması Tazminat Davası

Evlilikten önce taraflar arasında yapılan nişan töreniyle kişilerin nişanlanması sağlanır. Nişanlanan çiftlerin ileride değişen durumlar sebebiyle ilişkilerine son vermeye yönelik karar verebilirler. Taraflar arasında meydana gelebilecek uyuşmazlıklar arasından en yaygın olanı tazminat sorunudur. Nişanı bozulan kişilerin yaşayacağı tazminat sorunundan önce nişanlılığın hukukumuzdaki yerini ve durumunu açıklamak gerekir.

NİŞANIN HUKUKTAKİ YERİ NEDİR?

Evlilik birliğinin kurulmasından önce taraflar arasında yapılan ilişki durumuna nişanlılık diyebiliriz. Türk örf ve adetlerinde evlilikten önce kişiler nişanlanır. Nitekim örf ve âdet geleneklerimizle yaygınlaşan bu durum kanunlara da yansımış ve yasal olarak nişanlılık kanunda düzenlenmiştir. Nişanlılığa Türk Medeni Kanunu’nun 118.maddesinde yer verilmiştir. Maddeye göre ‘’ Nişanlanma evlenme vaadiyle olur’’ şeklinde belirtilmiştir.

Ayrıca belirttiğimiz gibi nişanın bozulmasıyla ortaya çıkacak bir takım sorunların da neler olduğu ve bunların sonucu da düzenlenmiştir. Bunun sebebi; kişiler arasında kurulan nişanın bozulması sebebiyle iki tarafında ekonomik ve manevi olarak kayıplar yaşama ihtimalidir.

Türk Medeni Kanun’un 120. maddesi ve 121. maddesinde nişanın bozulmasının sonuçları olarak maddi ve manevi tazminat düzenlenmiştir. Taraflar arasında nişanın bozulmasıyla ortaya çıkan maddi ve manevi tazminat sonucunu tek tek inceleyelim.

Nişanın Bozulması Sonucu Oluşan Maddi Tazminat Nasıl Olur?

Belirttiğimiz gibi nişanlılık evlenme vaadiyle oluşur ve bilindiği üzere kişiler evlenme düşüncesiyle evlenene kadar buna nişanlanma da dahil pek çok maddi harcamalarda bulunur. Dolayısıyla nişanın bozulmasıyla kişilerin maddi zarara uğraması da çok doğaldır. Bu sebeple taraflardan birinin nişanı haksız yere sonlandırmasına karşı diğer tarafı uğrattığı maddi zararları gidermekle yükümlü olur. İşte bu maddi zararların giderimi için karşı tarafa ödenen maddi tazminat nişanı bozma sonucu olarak karşımıza çıkar.

Nitekim bu durum açıkça TMK’nın 120. maddesinde de; “Nişanlılardan biri haklı bir sebep olmaksızın nişanı bozduğu veya nişan taraflardan birine yükletilebilen bir sebeple bozulduğu takdirde; kusuru olan taraf, diğerine dürüstlük kuralları çerçevesinde ve evlenme amacıyla yaptığı harcamalar ve katlandığı maddî fedakârlıklar karşılığında uygun bir tazminat vermekle yükümlüdür. Aynı kural nişan giderleri hakkında da uygulanır.” şeklinde belirtilmiştir.

Dolayısıyla haksız yere nişanı bozan taraf karşı tarafa karşı dürüstlük kuralına aykırı şekilde hareket etmiş ve kişinin evlenme vaadiyle yapmış olduğu maddi harcamalarda zarara uğratmıştır. Zira bu kişi nişanı bozarak evlenme durumunu ortadan kaldırmıştır. Bu sebeple maddi zarara uğrayan kişiye karşı uygun bir tazminat ödemek zorundadır.

Ayrıca maddi tazminat talep edilebilmesi için sadece nişanın haksız yere bozulması aranmaz. Nişanın haksız yere bozulmasının yanı sıra birkaç şart daha aranır. Şöyle ki;

Kişinin maddi tazminat talep edebilmesi için gerçekten bir maddi zarara uğramış olması gerekir. Nitekim kişinin evlenme vaadiyle hiçbir maddi harcama yapmaması veya herhangi bir maddi fedakarlıkta bulunmamış olması durumunda nişanın bozulmasıyla kişide maddi zarara sebebiyet verilmediği için maddi tazminat talep edilemez. Diğer aranan şart ise nişanın bozulması ile maddi zarar arasında illiyet bağının olması gerekir.

Kimler Nişanın Bozulmasına Yönelik Maddi Tazminat İsteyebilir?

Öncelikle tabii ki nişanlanan kişiler nişanın haksız yere bozulmasına karşılık maddi tazminatı talep etme hakkına sahiptir. Aynı zamanda bu hak nişanlanan kişinin ailesine de tanınmıştır.

Kişinin annesi veya babası haksız yere nişanını bozan tarafa karşı evlenme vaadiyle maddi harcamalarda bulunması ve aynı zamanda ekonomik olarak da fedakarlıkta bulunmasından dolayı maddi tazminat talep etme hakkına sahiptir.

Aynı zamanda kanun koyucu sadece anne ve babasına karşı değil onlar gibi davranan kişilere de bu hakkı tanımıştır.

TMK’nın 120.maddesinin 2.fıkrasında: “Tazminat istemeye hakkı olan tarafın ana ve babası veya onlar gibi davranan kimseler de, aynı koşullar altında yaptıkları harcamalar için uygun bir tazminat isteyebilirler.” şeklinde maddi tazminatı talep etme hakkının kimlere verildiği belirtilmiştir.

Bir diğer nişan bozulmasının sonucu olarak karşımıza manevi tazminat talep etme hakkı çıkar.

Nişanın Bozulması Nedeniyle Manevi Tazminat Nasıl Talep Edilebilir?

Bilindiği üzere manevi tazminat kişinin kişilik haklarına saldırıda bulunulması durumunda ortaya çıkan bir tazminat türüdür. Dolayısıyla burada da nişanın bozulmasıyla birlikte kişiye karşı kişilik haklarına yönelik saldırının bulunması gerekir.

Manevi tazminatta da durum maddi tazminattakiyle hemen hemen aynıdır. Yine ilk olarak haksız yere nişanın bozulmuş olması aranır. Haksız yere nişanın bozulmasıyla birlikte kişiye karşı kişilik haklarının ihlal edilmesi veya saldırıda bulunulması gerekiyor. Böyle bir durumla karşılan kişi maddi tazminatın yanı sıra manevi tazminatta talep etme hakkı vardır.

Kişilik hakları ihlal edilen ve nişanı haksız yere bozulan kişi tarafından manevi tazminat talep edilebilir. Burada maddi tazminattan farklı olarak manevi tazminatı talep etme hakkı sadece kişilik hakları zedelenen ve nişanı bozulan kişiye tanınmıştır. Bu kişinin ailesi veya onlar gibi olan kişiler manevi tazminat talep edemezler.

NİŞANIN BOZULMASI NEDENİYLE AÇILACAK MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT TALEPLİ DAVA İÇİN ZAMANAŞIMI SÜRESİ VAR MIDIR?

Kişi nişanının bozulması sebebiyle açacağı maddi ve manevi tazminat davalarını nişanın bozulmasından itibaren 1 yıl içerisinde açmak zorundadır. Nişanın bozulduğu tarihten itibaren tazminat davalarının açılmaması halinde dava açma hakkı 1 yılın sonunda zamanaşımına uğrar.

Av. Burak Temizer- Burak Temizer Hukuk Bürosu- Nişantaşı Şişli İstanbul

ORTAK VELAYET

Ortak velayet, anne ve babanın reşit olmayan çocukları üzerindeki hak ve sorumluluklarını, çocuğun üstün menfaatini gözeterek birlikte üstlenmeleridir. Ortak velayette çocuğun bakımı, korunması, eğitimi, sağlığı, fiziksel ve bedensel gelişimi sağlanması gibi konularda hem yükümlülükleri yerine getirme hem de karar verebilme hakkı her iki ebeveyne de aittir. Çocukla ilgili kararlarda her iki tarafın eşit söz hakkı olduğu gibi çocuğun sağlığı, gelişimi ve genel olarak çocuğun menfaati için uygulanması gereken tüm konularda yine her iki taraf eşit yükümlülüktedir. Yani evlilik birliğinde ortak karar ve sorumluluğu taşıyan anne baba, boşanma halinde de bu hak ve yükümlülükler halinde velayete sahip olur.

MAHKEME, ORTAK VELAYET KARARINI NEYE GÖRE VERİR? ŞARTLARI NELERDİR?

Mahkeme, ortak velayet kararının verilip verilmemesine karar verirken öncelikle çocuğun üstün menfaatini gözetecektir. Zira Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Çocuk Haklarının Kullanılmasına ilişkin Avrupa Sözleşmesinde de belirtildiği gibi; çocuk kendisini ilgilendiren konularda gereken idrak gücüne erişmişse mutlaka görüşünü beyan etmesine imkân verilecektir ve çocuğun beyanı, kendisinin yüksek çıkarlarına açıkça ters düşmedikçe öncelik olarak değerlendirilecektir.

Bununla birlikte mahkeme, kararı verebilmek için ortak velayet şartlarının olup olmadığını inceleyecek ve takdir yetkisini kullanacaktır. Kararın verilebilmesi için anne ve babada gönüllülük esası aranır. Ortak velayete tabi olmak isteyen anne ve baba taleplerini hâkime sunarak hakimin takdirinin de ortak velayet yönünde olması koşuluyla, bu yönde bir karar verilmesini sağlayabilirler. Yine, eşlerin birlikte karar verebilme iletişimine sahip olabilmeleri önemlidir zira hâkim, anne ve babanın bu süreçte sıkça ihtilaf halinde olacaklarını ve birlikte karar vermekte güçlük çekeceklerini düşünürse takdir yetkisini kullanarak ortak velayete hükmetmekten çekinebilir.

Yine, anne ve babanın çocukla ayrı ayrı iletişimi, eğitimine ve gelişimine verdiği önem ve katkı, çocuğu olumsuz etkileyecek bir yaşam sürüp sürmediği ve velayet yükümlülüklerini karşılayıp karşılayamayacağı göz önünde bulundurulacaktır.

BOŞANDIKTAN SONRA DA ORTAK VELAYET KARARI VERİLEBİLİR Mİ?

Ortak velayet, boşanma sürecinde talep edilebileceği gibi boşanmanın ardından da talep edilebilir. Kesinleşmiş bir velayet kararının olması, bu süreçten sonra ortak velayet uygulamasına geçilemeyeceği anlamına gelmemektedir. Mahkemeden mevcut velayet durumunun kaldırılmasının talep edilmesi ve Ortak Velayet Davası mümkündür. Bu durumda hakim, talebin kabulünün çocuğun menfaatine en uygun durum olduğunu düşünmekte ise ortak velayet kararını verecektir.

ORTAK VELAYET KARARINDA NAFAKA NASIL BELİRLENİR?

Hakim, nafaka belirlenmesinde de daima çocuğun üstün yararını ve ihtiyaçlarını öncelik tutarak karar verecektir. Bu sebeple nafakanın nasıl belirleneceği her anne babanın ekonomik durumuna ve çocuğun gereksinimlerine göre değişecektir. Bununla birlikte anne ve baba kendi aralarındaki bir protokolle nafaka hususundaki taleplerini sunabilirler. Belirtmek gerekir ki ortak velayet, çocuğun ihtiyaçlarına ilişkin iştirak nafakasına karar verilmesine engel değildir; aksine, velayet ve nafakayla ilgili hususlar her davada anne ve babanın durum ve koşullarına göre ayrı ayrı değerlendirilecektir.

ORTAK VELAYET DAVASI SÜRECİ VE AVUKAT YARDIMI

Boşanma ve velayet davaları; anne, baba ve çocuğun hayatında önemli ve etkili bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sebeple, mevcut süreç içinde birçok teknik bilgi ve nüans barındırdığından sürecin sağlıklı bir biçimde atlatılabilmesi için kesinlikle uzman bir avukattan hukuki yardım alınmasını tavsiye etmekteyiz.

Av. Burak Temizer- Burak Temizer Hukuk Bürosu- Nişantaşı Şişli İstanbul

YOKSULLUK NAFAKASI

YOKSULLUK NAFAKASI

Yoksulluk nafakası boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek tarafın kusuru daha ağır olmamak kaydıyla diğer taraftan talep edebileceği nafaka türüdür. Yoksulluk nafakası talep edilebilmesi TMK m. 175 ile bazı şartlara bağlanmıştır. Türk Medeni Kanunu m. 175’e göre “(1) Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. (2) Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.”

Nitekim yoksulluk nafakası talep edebilmek için nafaka talep eden yoksulluğa düşmüş ya da düşecek olmalıdır. Kanun koyucu boşanma yüzünden yoksulluğa düşen tarafın nafaka talep edebileceğini kabul ettiği gibi ileride yoksulluğa düşebilecek olan eşe de bu imkânı tanımıştır. Yoksulluğun olup olmadığı hâkim tarafından somut olaya göre değerlendirilir.  Nafaka talebinde bulunan eşin yoksulluğa düşmesi tek başına yeterli değildir. Ayrıca bu yoksulluğun boşanmadan kaynaklanması gerekmektedir. Boşanmayla yoksulluk arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Boşanmadan dolayı değil de başka bir sebepten dolayı yoksulluğa düşen eşin yoksulluk nafakası talep etme imkânı bulunmamaktadır. Yoksulluk nafakasına hâkim tarafından re’sen hükmedilmesi mümkün değildir. Bunun için nafakanın talep edilmesi gerekir. Bir başka deyişle yoksulluk nafakasına mahkemece kendiliğinden hükmedilmez. Yoksulluk nafakasına hükmedilmesi ancak bunun talep edilmesine bağlıdır. Boşanma davasından sonra yoksulluk nafakası talebiyle açılan davada talep sonucu doğrudan yoksulluk nafakasına yöneliktir. Ancak boşanma davası esnasında talep edilecek olan yoksulluk nafakası boşanma davasının fer’isi niteliğindedir. Hâkim kendiliğinden, talep olmaksızın, yoksulluk nafakasına karar veremeyeceği gibi bunu hatırlatacak davranışlarda da bulunamaz. Yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesinin bir diğer şartı ise kusur şartıdır. Kusur son dönemde uygulamada etkisini giderek kaybetmekte olsa da kusur ilkesi halen geçerliliğini korumaktadır. Buna göre kusuru karşı taraftan daha ağır olan kişinin yoksulluk nafakası talep etmesi mümkün değildir. Nafakaya hükmedilebilmesi için nafaka talep edenin kusuru karşı tarafın kusuruna eşit ya da ondan daha az olmalıdır. TMK m. 175 uyarınca yoksulluk nafakasının süresiz olarak talep edilebilmesi mümkündür. Yoksulluk nafakası süresiz olarak talep edilebileceği gibi süreli olarak nafaka talep edilmesinin önünde engel bulunmamaktadır. Bununla birlikte süresiz olarak nafaka talep etme imkânı varken süreli yoksulluk nafakası talep edilmesi elbette mantıken pek olası değildir.

Uygulamada yoksulluk nafakasıyla ilgili en büyük problem nafakanın süresiyle alakalıdır. Süresiz yoksulluk nafakası çokça eleştirilen bir konudur. Yoksulluk nafakasının süresiyle ilgili problemlerin ortaya çıkmasında, nafakanın süresiz olması kadar yoksulluk nafakasında hâkimin takdir yetkisi olup olmadığı meselesi de etkilidir. Yargıtay’ın bu husustaki genel kanaati süre konusunda hâkimin takdir yetkisinin bulunmadığı yönünde olduğundan uygulama da bu yönde şekillenmiştir.

Boşanma davasıyla beraber istenen yoksulluk nafakasının başlangıç tarihi boşanma hükmünün kesinleşme tarihidir.  Yoksulluk nafakasının, boşanma davasının kesinleşme tarihinden daha önceki bir tarihten itibaren başlatılması hakkaniyete aykırı nitelikte sonuçlar doğurması muhtemeldir. Nitekim dava süresince hâkimin ihtiyaç halinde re’sen taraflar lehine tedbir nafakasına hükmetmesi söz konusudur. Şayet yoksulluk nafakasının başlangıcı davanın kesinleşmesinden önceki bir zaman olarak kabul edilirse nafaka alacaklısı lehine aynı sebebe dayanarak iki kez nafakaya hükmedilmiş olmaktadır. Bu sebeple yoksulluk nafakasının başlangıç tarihi boşanma hükmünün kesinleştiği tarih olması gerekmektedir. Nitekim yoksulluk nafakasının başlangıcı ile ilgili farklı görüşler bulunmaktaysa da, Yargıtay’ın bu konudaki yerleşmiş uygulamasında yoksulluk nafakasının başlangıcının boşanma hükmünün kesinleşmesi tarihi olduğu ifade edilmektedir. Bkz. Yargıtay 2. HD., 2014/18591 Esas, 2015/7410 Karar, 14.04.2015 Tarihli kararı, “…Yoksulluk nafakası, boşanma hükmünün kesinleşmesi halinde ödenebilir hale gelir. Bu bakımdan davacı kadın yararına takdir edilen yoksulluk nafakasının başlangıç tarihinin boşanma hükmünün kesinleştiği tarih olması gerekirken dava tarihi olarak belirlenmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.” Ve yineYargıtay 2. HD., 2007/2832 Esas, 2007/16649 Karar, 29.11.2007 Tarihli kararı, “…Yoksulluk nafakasının başlangıç tarihi; boşanma hükmünün kesinleştiği tarihtir. Yoksulluk nafakasına karar tarihinden itibaren hükmedilmesi doğru görülmemiştir.”

Yoksulluk nafakasının miktarının belirlenmesindeki en önemli iki ölçüt nafaka yükümlüsünün mali gücü ile nafaka talep edenin zorunlu ihtiyaçlarıdır. Nafakanın üst sınırını nafaka yükümlüsünün mali gücü, alt sınırını ise nafaka talep edenin ihtiyaç durumu oluşturmaktadır. Nafaka miktarı bu iki esas ölçüt çerçevesinde şekillenmektedir. Hâkim bu iki ölçü arasında hakkaniyete göre bir karar vermelidir. Kanun koyucu TMK m. 175’te “…geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.” diyerek bu hususu ifade etmiştir.

Mahkeme nafaka miktarını belirleyebilmek için sosyal ve ekonomik durum araştırması yaptırmalıdır. Daha sonra hakkaniyet ilkesi, taraflarca ileri sürülen deliller ve yapılan sosyal ve ekonomik durum araştırması ışığında nafakaya karar vermelidir.

Yoksulluk nafakasının amacı eski eşi refah içinde yaşatmak yahut evlilik birliği içindeki yaşam standardını tesis etmek değildir. Bu çerçevede nafaka yükümlüsü eşin gelirinin çok yüksek olması nafakanın da çok yüksek olmasını gerektirmez. Nafaka, nafaka talep edenin temel ihtiyacından fazla olmamalıdır. (Bozovalı, S. 71; Can, S. 89; Dural / Öğüz / Gümüş, S. 157; Gençcan, S. 565; Kartal, S. 60; Memişoğlu Bozan, S. 86; Şahin, Yoksulluk Nafakası, S. 87.)

Yoksulluk nafakası belirlenirken tarafların yeniden evlenme ihtimali, yoksulluğa düşecek olan tarafın çalışabilme, iş bulma ihtimali, memleketteki yaşam standartları göz önünde bulundurulmalıdır. (Bozdağ, S. 74; Fırtına, S. 110)

Hâkim tüm bu açıklanan ölçütlerle (ve dahi kendisinin dikkate alabileceği başka ölçütlerle) yoksulluk nafakasının miktarını belirlemelidir. Bu hususta takdir yetkisine sahip bulunmakla beraber talep edilenden fazla nafakaya hükmetmesi mümkün değildir.

UNUTULMAMASI GEREKEN HUSUS ŞUDUR Kİ; boşanma davası ve boşanmayla ilgili ve doğrudan veya dolaylı alakalı her konu; gerek tedbir nafakası gerek yoksulluk nafakası gerek iştirak gerek yardım gerekse de maddi manevi tazminat ve dahi ziynet eşyalarının durumu, evlendikten sonra edinilen mallar, evlendikten önce alınsa dahi evlendikten sonra kredisi ödenmekte olan taşınır veya taşınmazlar, kusur tayini, davada ispat, hukuk sistemimiz içinde kaçırılmaması gereken süreler gibi , hususlardan mütevellit mutlaka uzman bir boşanma avukatından ve uzman bir boşanma hukuku ofisinden yardım alınmalıdır. Ofisimiz Nişantaşı/Şişli’de avukatlık uzmanlık alanlarından olan boşanma avukatlığı ve dahi tazminat hukuku alanlarında aktif hizmet vermektedir. Hak kaybına uğramamak için profesyonel yardım alınız.

KAYNAK : Av. Burak Temizer- Burak Temizer Hukuk Bürosu- Nişantaşı Şişli İstanbul

TEDBİR NAFAKASI

TEDBİR NAFAKASI

Boşanma veya ayrılık davalarında talep edilen tedbir nafakası, Türk Medeni Kanunun, Aile Hukuku başlıklı ikinci kitabının, “Evlilik Hukuku” başlıklı birinci kısmında, “Geçici Önlemler” başlıklı md.169 ile düzenlenmiştir. Boşanma, kanunda öngörülmüş sebeplerden birine dayanılarak açılacak dava sonucunda evlilik birliğine hakim kararı ile son verilmesidirEvlilik birliği eşlerin iradeleri ile kurulur ve bu sebeple yine iradeleri ile sona erdirilebilmelidir. Ancak aile birliğinin sona ermesi yalnız karı ve koca değil, çocuklar üzerinde de bir takım hukuki sonuçlar doğurur. Boşanma davası açıldığında aile, yeni bir fiili ve hukuki durumla karşılaşır. Aile bireyleri yükümlülüklerini yerine getirmeyi ihmal edebilir ve bu durum bazı zararların doğmasına sebep olur  Tarafların aralarında çıkan uyuşmazlıkları sulh yoluyla çözmeleri eşlerin birbirinden ayrılan menfaatleri neticesinde mümkün olamayabilir. Bu süreçte her iki taraf da kendi menfaatleri yönünde hareket ederek uyuşmazlığın derecesini artırırken, boşanmayı bir güç kavgasına dönüştürerek aralarında bir çözüm üretebilme imkanını da ortadan kaldırır. Ailenin kamu düzeniyle ilişkisi sebebiyle devletin ve boşanmanın doğuracağı hukuki neticelerin bir tarafı olarak çocukların, aile birliğinde hak sahibi olduğu kabul edilmektedir. Gerek kamu düzenini gerek evlilik birliğinin sona ermesinin neticelerinden doğrudan etkilenecek çocukları korumak amacıyla devlet, söz konusu sürece müdahale edecektir. Bu süreçte ailenin korunması adına gerekli önlemler ise hakim tarafından resen alacaktır. Alınacak tedbirler Medeni Kanun md.169’da düzenlenmiştir. TMK md. 169’e göre, “Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re’sen alır.” Ancak ilgili maddede, boşanma davası süresince alınacak tedbirlersınırlı olarak sayılmamış, yaşam deneyimlerine göre en çok ihtiyaç duyulacak olan bazı tedbirler örneklendirilerek düzenlenmiştir . Bu sebeple hakim, gerek gördüğü benzer, başkaca tedbirler alma yetkisine de sahiptir . Boşanma ve ayrılık davasını açılması halinde eşler ayrı yaşama hakkına sahiptir. Bu durumda bir eş ortak konuttan ayrılacaktır. Eşler arasında ortak konuttan kimin ayrılacağını ilişkin bir karara varılamaması halinde buna hakim karar verir. Söz konusu kararı verirken hakim, tarafların gelirleri, ekonomik durumları, sosyal çevreleriyle bağları ve özellikle çocukların eğitim çevrelerini göz önünde bulundurur. Bunun yanında hakim çocukların eşlerden hangisinin yanında kalacağı ve çocuklar kendisine bırakılmamış eşin çocuklarla kişisel ilişkisinin nasıl devam edeceğine ilişkin önlemlere de karar verilir. TMK. md.169 hakime, eşlerin mallarının yönetimine ilişkin önlemleri alma yükümlülüğü de getirmiş, bu hükmün uygulama alanı Yeni Medeni Kanunun yasal mal rejimi olarak edinilmiş mallara katılma rejiminin kabul edilmiş olması sebebiyle artmıştır. Eşler arasında anlaşmayla mal ayrılığı seçilmemişse eşlerin mallarıyla ilgili önlemler yine hakim tarafından alınır. Bu önlemler arasında tedbir nafakası ise, maddi imkanlarının kısıtlı olması sebebiyle geçimini sağlayamayan eş ve çocuk lehine karar verilen, aile birliğinin korunması, eşlerin ve çocukların geçiminin sağlanması amacına hizmet eden nafaka olarak karşımıza çıkmaktadır. Tedbir nafakası her ne kadar boşanma davasının açıldığı tarihten itibaren hükmedilen bir nafaka olsa da, esasında kaynağını evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerde bulur. Evlilik birliğinin kurulması eşlere bir takım hak ve yükümlülükler yükler. Birliğinin yönetimi de karı ve koca için hem hak hem de yükümlülük niteliğine sahiptir. TMK md. 186/3’e göre eşler, birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılacaktır. Birliğin giderleri ile kastedilen, evlilik birliğinin ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla yapılması gerekli olan giderlerdir. Bütün ailenin ihtiyaçlarını kapsayan bu giderler, gıda, konut, giyim, kişisel bakım, sağlık ve daha sayılabilecek temel ihtiyaçlara ilişkin yapılacak harcamaların yanında kültürel ihtiyaçlar için yapılan harcamaları da içine alır. Evlilik birliğinden doğan yükümlülükler, boşanma veya ayrılık davası açılmakla sona ermemekte, evlilik birliğinin hukuken sona ermesinin boşanmaya ilişkin kararının kesinleşmesine bağlı olması sebebiyle, mahkeme kararının kesinleştiği tarihe kadar varlığını korumaktadır. Eşlerin birbirinin ve çocukların geçimini sağlama yükümlülüğü de evlilik birliğinin hukuken sona erdiği an yani boşanmaya ilişkin kararın kesinleştiği ana kadar devam edecektir. Tedbir nafakası, evlilik birliği sebebiyle eşlerin birbirine ve çocuklara karşı yerine getirmekle yükümlü olduğu bakım borcunun devamı niteliğindedir. Yargıtay tedbir nafakasına yönelik bir talepte bulunulmuş olması halinde hakimin tarafların istekleriyle bağlı olunduğu ve taraflarca istenen miktarın üzerinde tedbir nafakasına hükmedilemeyeceği yönünde karar vermektedir. Bkz Yargıtay 2. HD, 17.03.2005 T., 3066 E. 4264 K., “Davacı 250.000.000 TL tedbir ve yoksulluk nafakası talep etmiştir. Mahkemece istek aşılarak 600.000.000 TL tedbir ve yoksulluk nafakasına karar verilmiştir. Hakim tarafların istekleriyle bağlıdır. (HUMK. M. 74) Ne var ki bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama gerektirmeyip, hükmün bu bölümünün Hukuk Usulu Muhakemeleri Kanununun 428/7. Maddesi uyarınca düzeltilerek onanmasını gerektirmiştir.

Bunun yanında boşanma davası sırasında, tedbir nafakası istemediğini bildiren eş lehine tedbir nafakasına karar verilmez. Bkz. Yargıtay 2. HD. T.14.07.2002 – 9655/10790 “Davalı kadın 20.02.2003 havale tarihli cevap dilekçesinde tedbir ve yoksulluk nafakası istemediğini bildirmesine rağmen talep aşılarak davalı yararına tedbir nafakasına hükmedilmesi doğru değildir (HUMK. md. 74.) Ancak, bu yanlışlığın giderilmesi yenide yargılama yapılmasını gerektirmediğinde kararın bu bölümünün düzeltilerek onanması yönüne gidilmiştir.”

Ancak dava dilekçesinde, cevap dilekçesinde ya da duruşma esnasında tedbir nafakası talep edilmediğinin beyan edilmesi, daha sonra istenmesinin önünde bir engel oluşturmaz. Çünkü tedbir nafakası eşlerin birbirine ve çocuklara olan ve sürekli yinelenen bakım ve koruma yükümlülüklerinin yerine getirilmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Talepte bulunulmadığına ilişkin beyanlar ileriye dönük sonuç oluşturmayacak, beyanda bulunan eş, daha sonra tedbir nafakası talep edebilecek ancak dava tarihinden itibaren değil, talep tarihinden itibaren tedbir nafakasına hükmedilecektir. Bkz. 2 HD, T. 05.07.2006, 4734 E., 10765 K. “…Davacı 13.10.2005 tarihli oturumda boşanma ve velayetin kendisine verilmesini istemiş, başkaca nafaka tazminat ve yargılama gideri talebinin olmadığını açıklamış, beyanını imzalamıştır. Eşlerin birbirine ve çocuklarına karşı olan bakım, barınma, koruma, gözetme yükümlülükleri sürekli yinelenen yükümlülükler olup; eşler yönünden evlilik sona erinceye kadar çocuklar yönünden ise kural olarak ergin olmakla sona erer. Davacının 11.13.2005 tarihli oturum beyanı, geriye doğru etkili olup, ileriye dönük sonuç doğurmaz. Bu sebeple davacı eş ve çocuklar yönünde istek tarihi olan 15.12.2005 tarihinden itibaren tedbir nafakasına karar verilmesi gerekirken, dava tarihinden geçerli olmak üzere tedbir nafakası verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.”

Kanun koyucu, boşanma davası açılınca çocuklar ve eş lehine alınacak önlemlere karar verilmesinde, tarafların kusurlu ya da kusursuz olmasıyla ilgili herhangi bir düzenlemeye yer vermemiştir. Hakim tedbir nafakasına ya da kanunda öngörülmüş diğer önlemlere hükmederken tarafların kusurunu dikkate almaz. Tedbir nafakası kusurlu eşin ödemekle yükümlü olduğu bir para cezası niteliğinde değildir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi açılan boşanma davası ile aile yeni bir hukuki durumla karşılaşır ve tarafların menfaatleri birbirinden ayrıldığı için gerek eşlerin gerek çocukların korunması için hakimin müdahalesine ihtiyaç duyulur. Çünkü boşanmaya ilişkin kararın kesinleştiği tarihe kadar evlilik birliği ve evlilik birliğinden doğan yükümlülükler devam edecektir.

Tedbir nafakası, eşlerin ve mevcutsa çocukların geçimini sağlama yükümlülüğünün, açılmış bulunan boşanma davasına ilişkin kararın kesinleştiği tarihe kadar, hakim kararıyla yerine getirilmesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Tedbir nafakasının eşlerin ve çocukların korunması amacına yönelen önlemlerden olması nedeniyle eşlerin boşanmadaki kusur oranı hakim tarafından araştırılmaz ve eşlerin kusur ya da kusursuzluğunun tedbir nafakasına hükmedilmesinde bir etkisi bulunmaz. Bunun yanında Yargıtay kararları incelendiğinde fiilen başkasıyla yaşayan eş lehine tedbir nafakasına hükmedilmediği görülmektedir. Yarg. 2. HD, T.26.02.2004, E.1367, K.2264, Gençcan, a.g.e., ss.861-864 “…davacını davalıyla fiilen ayrılmalarından bir süre sonra başka bir erkekle gayriresmi evlendiği ve fiilen evliymiş gibi karı koca hayatı yaşadığı gerçekleşmiştir. Bu durumda davacı lehine, gerektirici nedenler gösterilmeden tedbir nafakasına hükmedilmesi ve yasal şartları bulunmadığı halde yoksulluk nafakası takdiri usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir

UNUTULMAMASI GEREKEN HUSUS ŞUDUR Kİ; boşanma davası ve boşanmayla ilgili ve doğrudan veya dolaylı alakalı her konu; gerek tedbir nafakası gerek yoksulluk nafakası gerek iştirak gerek yardım gerekse de maddi manevi tazminat ve dahi ziynet eşyalarının durumu, evlendikten sonra edinilen mallar, evlendikten önce alınsa dahi evlendikten sonra kredisi ödenmekte olan taşınır veya taşınmazlar, kusur tayini, davada ispat, hukuk sistemimiz içinde kaçırılmaması gereken süreler gibi , hususlardan mütevellit mutlaka uzman bir boşanma avukatından ve uzman bir boşanma hukuku ofisinden yardım alınmalıdır. Ofisimiz Nişantaşı/Şişli’de avukatlık uzmanlık alanlarından olan boşanma avukatlığı ve dahi tazminat hukuku alanlarında aktif hizmet vermektedir. Hak kaybına uğramamak için profesyonel yardım alınız.

KAYNAK : Av. Burak Temizer- Burak Temizer Hukuk Bürosu- Nişantaşı Şişli İstanbul

EVLİLİĞİN SONA ERME SEBEPLERİ

EVLİLİĞİN SONA ERME SEBEPLERİ

Türk yargı sisteminde 18 yaşını doldurmuş bireyler özgür iradeleri ve istekleri doğrultusunda ilgili mevzuat şartlarını yerine getirerek hayatlarını birleştirmek suretiyle evlilik birlikteliği oluşturmak hakkına sahiptir. Yine özgür iradeleri ve istekleri doğrultusunda belirli şartların oluşması ile birlikte boşanmaları da bireylerin hakkıdır. Türk yargı sisteminde aile hukukuna ilişkin konular büyük ölçekli olarak 4721 sayılı Medeni Kanunda düzenlenmektedir.

Türk Yargı Sisteminde Evliliğin Sona Erme Sebepleri

        I. Ölüm

Türk Medeni Kanununun genel ilkelerine göre ölüm kişiliğin son bulması sonucunu doğurur. Kişiliğin son bulması da beraberinde evlilik birliğinin sonlanması sonucunu getirecektir. Aynı sonuç ölüm karinesinde de geçerlidir.

       II. Gaiplik

Türk Medeni kanununa göre gaiplik kararının alınması kişiliğin son bulması sonucunu doğurur. Bu ölüm halinde olduğu gibi gaiplik kararı ile birlikte evlilik birliği de sonlanmış olur.

Ancak burada önemli olan husus; mahkeme gaiplik kararı alınca evlilik kendiliğinden sona ermez. Sağ kalan eşin, gaiplik kararı ile birlikte Aile Mahkemesinde Evliliğin Feshi Davasını açması gerekmektedir. Ayrı bir dava ile açılacak olan evliliğin feshi davası, davacının yerleşim yeri mahkemesinde açılır. Bunun neticesinde evlilik birliği sonlanmış ve geride kalan eşin yeniden evlenme hakkı oluşacaktır.

      III. Cinsiyet Değişikliği

Türk Medeni Hukukuna Kanunu madde 40’ a göre evli kişiler cinsiyet değiştirmek için başvuru yapamazlar. Ancak eşlerden birisi mahkeme izni olmaksızın cinsiyet değişikliğine giderse diğer eşin rızasının olup olmadığına bakılmaksızın, bu durum Türk Kamu düzenine aykırılık oluşturacağından ve evlenme şartlarından olan karşı cins durumu ortadan kalktığından dolayı evlilik sona erecektir. Ancak bu durumun da Aile Mahkemesi tarafından tespit ettirilmesi gerekmektedir.

      IV. Evlenmenin Butlanı

  • Mutlak Butlan halleri:

Türk Medeni Kanununun 145. Maddesinde Mutlak Butlan halleri tahdidi olarak sayılmıştır. Bu maddede sayılı olanlar haricinde başka bir Mutlak Butlan hali bulunmamaktadır.

  • Eşlerden birinin evlenme sırasında evli bulunması,
  • Eşlerden birinin evlenme sırasında sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunması,
  • Eşlerden birinde evlenmeye engel olacak derecede akıl hastalığı bulunması,
  • Eşler arasında evlenmeye engel olacak derecede hısımlığın bulunması.

Mutlak butlan hâlinde bile evlenme, hâkimin kararına kadar geçerli bir evliliğin bütün sonuçlarını doğurur. Ancak yukarıda sayılan durumlar mevcutsa mutlak butlan davası açılabilir. Mutlak butlan davası, Cumhuriyet savcısı tarafından re’sen açılır. Bu dava, ilgisi olan herkes tarafından da açılabilir. Sona ermiş bir evliliğin mutlak butlanı Cumhuriyet savcısı tarafından re’sen dava edilemez; fakat her ilgili, mutlak butlanın karar altına alınmasını isteyebilir. Ayırt etme gücünün sonradan kazanılması veya akıl hastalığının iyileşmiş olması durumlarında mutlak butlan davasını yalnız ayırt etme gücünü sonradan kazanan veya akıl hastalığı iyileşen eş açabilir Mutlak butlan davasında geçersizliğin temelinde yatan asıl sebep kamu menfaatin ihlalidir. Bunun bir sonucu olarak butlan davası için zamanaşımı süreside söz konusu değildir.

  • Nispi Butlan halleri:

Eşler;

  • Ayırt etme gücünden geçici yoksunluk,
  • Yanılma,
  • Aldatma,
  • Korkutma,

Seçeneklerinden biri veya birkaçının varlığı halinde evlenmenin iptali için dava açabilirler. İptal davası açma hakkı, iptal sebebinin öğrenildiği veya korkunun etkisinin ortadan kalktığı tarihten başlayarak altı ay ve her hâlde evlenmenin üzerinden beş yıl geçmekle düşer.

Mahkemece butlanına karar verilen bir evlilikten doğan çocuklar, ana ve baba iyiniyetli olmasalar bile evlilik içinde doğmuş sayılırlar. Çocuklar ile ana ve baba arasındaki ilişkilere boşanmaya ilişkin hükümler uygulanır. Evlenmenin butlanına karar verilirse, evlenirken iyiniyetli bulunan eş bu evlenme ile kazanmış olduğu kişisel durumunu korur. Eşler arasındaki mal rejiminin tasfiyesi, tazminat, nafaka ve soyadı hakkında boşanmaya ilişkin hükümler uygulanır. Evlenmenin butlanını dava etme hakkı mirasçılara geçmez. Ancak, mirasçılar açılmış olan davayı sürdürebilirler. Dava sonucunda evlenme sırasında iyiniyetli olmadığı anlaşılan sağ kalan eş, yasal mirasçı olamayacağı gibi, daha önce yapılmış olan ölüme bağlı tasarruflarla kendisine sağlanan hakları da kaybeder. Evlenmenin butlanı davasında, yetki ve yargılama usulü bakımından boşanmaya ilişkin hükümler uygulanır.

       V. Evlenmenin Yokluğu

Türk sisteminde yokluk kısaca zorunlu şartları eksik bir uygulamanın hukuk sisteminde kabul edilmemesi başka bir ifade ile hiç var olmamış kabul edilmesidir. Evlenmenin zorunlu hallerinin evlenme kurulurken olmaması yani evlenme kurulurken bu şartlar gerçekleşmeksizin evlilik kurulmasının hukukta bir karşılığı yoktur. Türk Medeni Kanununda hangi hallerin evliliğin yokluğu sonucu doğuracağı belirtilmemiştir. Ancak Türk hukuk doktrininde geçen yokluk sebepleri şöyledir;  bireylerin aynı cinsten olması, evlendirme yetkisi bulunmayan kişi ve makamlar tarafından bu işlemin yapılması, bireyler arasında yasak olan akrabalık ilişkilerinin bulunması, Eş adaylarının ayrı zamanlarda yetkili memura iradelerini bildirmeleri halinde de evlenme yoklukla karşı karşıyadır.

       VI. Boşanma

Boşanma davası açmaya hakkı olan eş, dilerse boşanma, dilerse ayrılık isteyebilir. Boşanma veya ayrılık davalarında yetkili mahkeme, eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesidir. Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine, çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re’sen alır. Türk Medeni Kanununda boşanma sebepleri birden fazla olacak şekilde sayılmıştır;

        1. Zina

Eşlerden biri zina ederse, diğer eş boşanma davası açabilir. Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde zina eyleminin üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer. Affeden tarafın dava hakkı yoktur. Zinanın ispatı ancak kesin olmaya yakın delillerle yapılabilir çünkü birebir ispat etmek oldukça güçtür. Keza zina da farkında olmadan “affetmiş” sayılmış olma ihtimaliniz de bulunmaktadır, bu husus oldukça teknik bir hukuki bilgi gerektirmekte olup; zina konusuyla ilgili sitemizdeki makaleyi okuyabilirsiniz.

       2. Hayata Kast, Pek Kötü veya Onur Kırıcı Davranış

Eşlerden her biri diğeri tarafından hayatına kastedilmesi veya kendisine pek kötü davranılması ya da ağır derecede onur kırıcı bir davranışta bulunulması sebebiyle boşanma davası açabilir. Hayata Kast, ölüm sebebi doğurabilecek davranışlar olarak değerlendirilmektedir ve eyleminin de bizzat eşe yönelmesi gerekir. Vücut tamlığına yönelen davranışlar ise pek kötü davranıştır. Eşin aşağılanması, küçük düşürülmesi de onur kırıcı davranış kapsamında bulunmaktadır. Onur kırıcı davranışta eylemin ağır olması aranırken pek kötü davranış ve hayata kastta eylemin ağır olması aranmamaktadır.

Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde bu sebebin doğumunun üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer. Ayrıca affeden tarafın dava hakkı bulunmamaktadır.

       3. Suç İşleme ve Haysiyetsiz Hayat Sürme

Eşlerden biri küçük düşürücü bir suç işler veya haysiyetsiz bir hayat sürer ve bu sebeplerden ötürü onunla birlikte yaşaması diğer eşten beklenemezse, bu eş her zaman boşanma davası açabilir. Suç işleme nispi bir boşanma sebebidir. Bu sebebe dayanmak için boşanmaya konu suçun ceza mahkûmiyeti açısından kesinleşmiş olmasına da gerek yoktur.  Suç işlendikten sonra bunun aile içinde hoş görüldüğü yahut af edildiği anlaşılıyorsa diğer eş artık bu sebebe dayanarak boşanma isteyemez. Burada özellikle belirtilmesi gereken konu, bu davranışların tek bir sefer yapılmasının yetmemesidir. Davranışların diğer eş için hayatı çekilmez kılacak ölçüde sürekliliğe ulaşmış olması gerekir.

       4. Terk

Terk; eşlerden birinin, evlilik birliğinin kendisine yüklediği yükümlülükleri ve sorumluluklarını yerine getirmemek kasti ile isteyerek ve sürekli olarak ortak yaşamı terk etmesi ve haklı bir neden olmaksızın ortak yaşama dönmemesidir. Terk hususunun ispati ve dava öncesi çekilecek ihtar ve süreler oldukça önemlidir.

TMK md. 164 gereği terk nedeniyle boşanmanın şartları;

  1. Ortak hayatı bırakıp gitme/dönmeme,
  2. Evlilik birliğinden kaynaklanan yükümlülükleri yerine getirmeme niyeti,
  3. Ortak hayatı bırakıp gitmenin haksız olması,
  4. Ayrılığın en az altı ay sürmüş olması,
  5. Yapılan ihtarın sonuçsuz kalması,

Diğer eşi ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş eş olarak kabul edilir. Boşanma davası terk edilen eş tarafından açılabilir. Davaya hakkı olan eşin istemi üzerine hâkim veya noter, esası incelemeden yapacağı ihtarda terk eden eşe iki ay içinde ortak konuta dönmesi gerektiği ve dönmemesi hâlinde doğacak sonuçlar hakkında uyarıda bulunur. Bu ihtar gerektiğinde ilân yoluyla yapılır. Ancak, boşanma davası açmak için belirli sürenin dördüncü ayı bitmedikçe ihtar isteminde bulunulamaz ve ihtardan sonra iki ay geçmedikçe dava açılamaz

        5. Akıl Hastalığı

Eşlerden biri akıl hastası olup da bu yüzden ortak hayat diğer eş için çekilmez hâle gelirse, hastalığın geçmesine olanak bulunmadığı resmî sağlık kurulu raporuyla tespit edilmek koşuluyla bu eş boşanma davası açabilir. TMK md.165 hastalığın iyileşmeyeceği yönünde resmi kurul raporuyla tespit edilmesini aramaktadır. TMK 165. maddesi, evlenme akdi yapıldıktan sonra ortaya çıkan akıl hastalığını özel nispi boşanma sebebi olarak kabul etmiştir. Akıl hastalığına dayanarak boşanma şekli şartları bakımından titiz bir inceleme gerektirmektedir. Hastalığın akıl hastalığı olması, hastalığın evliliği çekilmez hale getirmesi ve hastalığın iyileşme ihtimalinin bulunmadığının heyet raporuyla sabit olması gerekir.

        6. Evlilik Birliğinin Temelden Sarsılması

Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir. Evlilik birliğinin temelinden sarsılması için;

  • Evlilik birliğini sarsacak bir olay meydana gelmeli,
  • Evlilik birliğinin devamı eşlerden beklenmeyecek derecede sarsılmış olmalı.

Meydana gelen ve evlilik birliğini etkileyen olay, her eş için farklılık gösterebilir. Nitekim bir eş için çekilemez bir hal alan davranış, söz veya tutum diğer eş için ağır bir sorun teşkil etmeyebilir. Bu hususta da hâkim, gerek tanık beyanları gerekse de dava sürecinde tarafların kişiliklerinden ve geniş takdir yetkisinden yola çıkarak, eşler için meydana gelmiş olayın ne denli etkili olup olmadığını ve evlilik birliğinin devamının mümkün olup olmadığını değerlendirecektir.

Tüm belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir. Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz.

Son olarak boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi hâlinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir.

Evlilik birliğinin temelinden sarsıldığını mahkemeler nezdinde ispat gerekmekte olup, bu hususta ve yukarıdaki diğer tüm boşanma sebeplerinde sadece “boşanmak istiyorum” demek yeterli olmamakta; hukuki süreci hem ispat hem de süreler bakımından iyi takip etmek gerekmektedir. Bu yüzden yukarıdaki tüm boşanma sebepleri de dahil olmak üzere boşanma davanızı mutlaka alanında yetkin iyi bir boşanma avukatıyla birlikte ikame ve takip etmenizi öneririz; aksi taktirde hem vakit kaybı hem de maddi manevi kayıplar yaşamanız oldukça olasıdır. 

Av. Burak Temizer- Burak Temizer Hukuk Bürosu- Nişantaşı Şişli İstanbul

ZİNA VE ZİNAYA DAYALI BOŞANMA DAVASI

Zina kelimesi Türk Dil Kurumuna göre “Aralarında evlilik bağı olmayan kişiler arasındaki cinsel ilişki” anlamına gelmektedir. Eski Türk Ceza kanunumuza ve daha da geriye gittiğimizde İslam hukukunun egemen olduğu Osmanlı Devleti tarihimizde zina suç sayılmakta idi. Zinanın hem dinler tarafından hem de belirli zaman dilimlerinde hukuk düzenlerince suç olarak düzenlenmesinin sebebi; sınırlı olarak sayılamamakla birlikte toplum düzeninin, barışının sağlanması veya soy bağı karışıklığının önüne geçilmesi gibi etkenler örnek olarak gösterilebilir.

Zinanın şartları hukuki olarak incelendiğinde ise zina yapan kişilerin Türk Medeni Kanun’a göre tam ehliyetli olması; bu eylemi kendi istekleriyle yapmaları olmakla birlikte belirli toplumlarca cinsiyet ayrımı, evlilik durumu gibi etkenler de zina koşulu olarak öne sürülmüştür. Hatta eski ceza kanunumuzda kadının veya erkeğin zina suçu olmak üzere ikili bir ayrıma gidilmişti. 

ZİNA NEDİR?

Toplumun hayatını düzenleyen sadece hukuk kuralları değildir. Hukuk kuralları emredici kurallara sahip olmasından ve devlet tarafından müeyyidelerin (cezaların) yerine getirilmesinden ötürü günümüz dünyasında devletlerin zorunlu birer parçası olmuştur. Fakat bu kuralların yanında ne kadar cezai ve hukuki birer yaptırımı olmasa da Din, Ahlak ve Görgü kuralları da mevcuttur; bunlar da toplumun yaşayışını düzenler.

Zina eylemi Türk hukuk sisteminde belirli bazı sonuçlara yol açabilmekte olsa bile eskiden olduğu gibi Zina bir suç değildir. Her ne kadar Türk Ceza Kanunu’nda suç olarak sayılmasa da toplumun içinde bulunduğu ahlak, görgü ve din kuralları; kimi zaman zinayı ayıp veya günah olarak nitelendirmektedir. Bu eylemi yapan kişiyi, hapsedemese veya para cezasına tabi tutamasa bile toplumlarından, arkadaş çevrelerinden aforoz etmek, uzaklaştırmak gibi yaptırımlara çoğu toplumda rastlanılmaktadır.

ZİNA NE DEMEK?

Her ne kadar kanunda açıkça düzenlenmemişse de evli olmayan kişiler arasında gerçekleşen cinsel ilişkiye veya cinsel ilişkiye teşebbüse zina denir. Hukuk sistemi cezai, idari ve hukuki olarak sıralandığında; hukuk düzeninin zinaya bir sonuç bağladığı durum hukuki sorumluluklarda mevcuttur. 

Türk Ceza Kanunu’nun 2. Maddesi olan Suçta ve cezada kanunilik ilkesine ithafen TCK içerisinde eski Ceza Kanununda olduğu gibi Zina fiili suç olarak sayılmamıştır. Aynı şekilde Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 10. Maddesi olan Eşitlik ilkesine ithafen herkes bizatihi kamu kurum ve kuruluşları önünde eşittir. Bu aynı zamanda Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki ayrımcılık yasağının anayasal dayanağıdır. Görüldüğü üzere cezai ve idari anlamda zinaya bir sonuç bağlanmamaktadır.

Hukuki sonuçlarına baktığımızda öncelikle bir cinsel ilişki veya cinsel ilişkiye teşebbüs mevcut olup; iddia eden tarafından ispatlanmalıdır. Aynı zamanda her cinsel ilişki zina değildir. Bir fiili zina olarak kabul edebilmek için ortada öncelikle bir evlilik dışı cinsel ilişki mevcut olması gerekmektedir.

Bu evlilik dışı ilişki yaşayan kişilerden en az birisinin aynı zamanda evli olması ve zina evlilik devam ederken yapılmış olmalıdır. Zina kusura dayanmalıdır, yani kişi kendi istek ve iradesiyle ilişkiye girmeyi seçmelidir; herhangi bir zorlama veya tehdit baskısı altında girdiğince zaten TCK 100 ve devamında düzenlenen cinsel saldırı suçuna vücut vermektedir. Flörtöz durumlar zinaya sebebiyet vermemekte olup bazı durumlarda hâkimin takdiri neticesinde TMK’da düzenlenen evlilik birliğinin temelden sarsılması maddesi kapsamına girebilmektedir.

Zina fiilinin veya zinaya teşebbüsün olup olmadığını tarafların sunduğu deliller neticesinde hâkim takdir eder ve Medeni kanun madde 184/3’e göre Hakim bir boşanma davasında delilleri serbestçe inceler. Fakat hukukumuzda genel kabul gören bir kuruma göre Ceza mahkemelerinde zina eylemi mahkeme kararı ile sabit olmuşsa boşanma davasında bu ilam kesin delil teşkil eder.

ZİNANIN ÇEŞİTLERİ

Zina kelimesi ne Türk Medeni Kanunu’nda ne de başka herhangi bir kanunda açıkça tanımlanmış değildir. Doktrin ve yargı kararlarında sıklıkla başvurulan tanım “aralarında evlilik bağı bulunmayan; içlerinden en az birisi evli olan kişilerin arasındaki cinsel ilişki” ifadesidir. Aynı şekilde yalnızca Türk Medeni Kanunu’nda zinanın mutlak boşanma nedeni olarak sayıldığı 161. Madde ’de açık bir şekilde “Eşlerden biri zina ederse, diğer eş boşanma davası açabilir.” Şeklinde ifade edilmiştir. Zina mutlak bir boşanma sebebidir. Ayrıca zinanın evlilik birliğini temelden sarsmış olup olmadığı araştırılmaz.

Zina türleri ve çeşitleri kanun yoluyla düzenlenmeyen doktrin, bilim ve yargı kararlarıyla şekillenen bir kavramdır. Yargıtayın yerleşmiş içtihatlarında genellikle cinsiyet belirterekten kadın veya erkek tarafından zina şeklinde ifadelerle kendi içtihatlarını kategorileştirmektedirler. Bunların yanında spesifik olarak hayatın olağan akışına uygun bir şekilde, sıklıkla gerçekleşen olay tipleri anahtar kelime haline getirilerek; örnek verilerek açıklama yapılması gerekirse Otel odasında kalmak suretiyle zina, Sosyal medya yazışma ve görüntüleri içerikleri itibariyle zina (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2023/4815 E. 2023/6778 K.), Bir başka erkeği saatlerce evlerinde tek başına ağırlamak veya Erkeğin sabahın erken saatlerinde başka bir kadının evine gitmesi gibi zina çeşitleri meşru bir amaçla olmadığı sabit olmadıkça zinaya delalet eder. 

Bu ve buna benzer zina çeşitleri sınıflandırmaları Yüksek mahkemelerin içtihat birliğinin oluşmasına ve yargıda birliğin sağlanması amacına hizmet etmekte olup; esasa ilişkin değil fakat ispata elverişlilik koşulundan hâkime ve hakkaniyetli mahkeme kararlarına hizmet etmektedir. Neticesinde Aile Mahkemelerinde görülen boşanma davalarında hakimin tarafların sunduğu delillere bağlılığı mevcut olmayıp; re ’sen inceleme yetkisi mevcuttur.

ZİNA SEBEBİYLE BOŞANMA DAVASI VE SONUÇLARI

Türk Medeni Kanunu’nda boşanma sebepleri sayılmış olup; bunlardan bir tanesi de zina nedeniyle boşanmadır. TMK madde 161’e göre: I. Zina

Madde 161- Eşlerden biri zina ederse, diğer eş boşanma davası açabilir.

Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde zina eyleminin üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer.

Affeden tarafın dava hakkı yoktur.

Yukarıda yer alan kanun hükmü gereğince zina mutlak bir boşanma sebebidir. Yani mahkemeye zina iddiası sunulduğunda hakim deliller çerçevesinde zinanın varlığını saptarsa hakim, boşanmaya karar vermek zorundadır. 

Tabii ki her davada olduğu gibi zina sebebiyle boşanma davasının açılabilmesi için belirli bazı şartların mevcut olayda bulunması gerekmektedir. Bunlardan bir tanesi; zinanın evlilik birliğinin devamı sırasında mevcut olması gerektiğidir. Mutlak bir şekilde gerçekleştiği ispat edilmeli, tereddütte yer bırakılmamalıdır. 

Ayrıca zinanın kusura dayanması gerekmektedir. Yani zinadan söz edebilmek için eşin, bile isteye evlilik dışı cinsi münasebette bulunması gerekir. Tahmin edilebileceği üzere tecavüz veya iradenin hileli davranışlarla fesada düşürülmesi sonucunda gerçekleşen fiil zina olarak nitelendirilemez. Kısacası eşlerden birinin evlilik birliği devam ederken karşı cinsten (son zamanlarda Yargıtay hemcins ile gerçekleşen fiilin de zina olacağı hakkında içtihatta bulunmuşsa da genel kanı ve uygulama karşı cinse yöneliktir) bir kişiyle isteyerek cinsel ilişkide bulunmasıdır.

Zina sebebiyle boşanma davası mutlak bir dava olup hâkimin takdirine bağlı değildir. Mahkemece yapılacak araştırma ve değerlendirme sonucunda zinanın varlığının saptanması sonucunda hâkim, boşanmaya karar vermek zorundadır. 

Verilecek evlilik birliğinin sonlanması kararı sonucunda kusurlu eş; hâkimin somut olayın özelliklerini (kusura veya maddi duruma veya sonradan evlenme durumuna) değerlendirerek takdir edeceği nafaka ücretini veya tazminatı ödemekle yükümlü kılınabilir. Bunlara ek olarak evlilik birliğindeki mal rejimindeki payının azaltılması veya çoğaltılmasına da mahkemece karar verilebilir.  

ZİNA AFFEDİLEBİLİR Mİ? NELER AFFETME SAYILIR? SONUÇLARI NELERDİR?

Hukuk düzeni TMK madde 2 de yer alan “Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” Hükmü gereği dürüstlük kuralının kötüye kullanılmasını korumaz. O yüzdendir ki aynı kanun maddesinin 161. Maddesinde zina nedeniyle boşanma davası açılmasını “Affeden tarafın dava hakkı yoktur.” fıkrası gereği affetmeme şartına bağlamıştır. Affeden tarafın dava açma hakkı olmayacağı gibi aynı zamanda ona karşı açılmış olan boşanma davasında hesaplanacak olan nafaka veya tazminat taleplerinde; karşı tarafın kusurunun belirlenmesinde zina eylemini ileri süremez. Af, bir duygu açıklamasıdır ve hukuki sonuç bağlanmıştır. 

Zinayı affetme açık bir beyanla olabilir. Aynı zamanda; açık olmasa dahi objektif olarak açıkça anlaşılabilecek, affedildiğine dair tereddüte yer vermeyecek şekilde tutum ve davranışlarla da affetme gerçekleşebilir. Kanunda bu konuda hüküm olmamasına rağmen; zinaya rıza göstermek ahlaka aykırı olacağından, rıza; affetme kapsamına girmez. Eşin rızası olsa bile zina sebebiyle boşanma davası açılabilir. 

Görüleceği üzere Yargıtay Hukuk Dairesi’nin 2023/7755 E. 2023/8820 K. sayılı içtihadında Davacı-karşı davalı kadının yaşadığı vajinal kanama olayı nedeniyle hastaneye götürüldüğünde, davalı-karşı davacı erkeğin “erkek doktor” tarafından muayene edilmesine izin verilmemesi nedeniyle davacı-karşı davalı kadının hastane hastane dolaştırıldığı, en son kadın doktorun bulunduğu hastanede ameliyata alındığının, dosya kapsamında sabit olduğu,her ne kadar bölge adliye mahkemesince bu vakıadan sonra evliliğin yaklaşık 1.5 ay kadar sürmesi nedeniyle bu kusurun affa uğradığı kabul edilerek, erkeğe kusur olarak yüklenemeyeceği ifade olunmuş ise de, dayanılan ve ispatlanan vakıanın erkeğin somut vakıaya ilişkin genel yaklaşımı nedeniyle ve bu vakıadan sonraki süreçte tarafların birlikte yaşamalarının çok kısa süre devam etmiş olması karşısında, af olgusunun gerçekleşmediğinin anlaşılması ve taraflara yüklenen ve sabit olduğu anlaşılan diğer kusurlu davranışlarla birlikte değerlendirildiğinde, tarafların eşit kusurlu olduğunun kabulüne karar verilmesi gerekirken, davacı-karşı davalı kadının ağır kusurlu olduğuna karar verilmesi doğru görülmemiş ve bölge adliye mahkemesi kararının kusur yönünüden bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.” da bahsedildiği üzere affetmek sadece zina eyleminden sonra birlikte yaşamayla ispatlanamaz. Zinanın affedilmesi için her somut olayda tereddüte yer vermeyecek şekilde affetmenin gerçekleşmesi gerekmektedir.

NELER ZİNA SAYILIR?

Nelerin zina sayılıp nelerin sayılmayacağı incelenecek olan uyuşmazlık konusu somut olaya göre değişmektedir. Fakat Yargıtayın içtihat haline gelmiş olan kararlarında belirli bazı eylemlerin gerçekleşmesiyle zinanın gerçekleştiği kabul edilmektedir. Bunlara örnek verilmek gerekirse; Otel odasında birlikte kalmak suretiyle zina, Sosyal medya yazışma ve görüntüleri içerikleri itibariyle zina (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2023/4815 E. 2023/6778 K.), Bir başka kişiyi saatlerce aile konutu olarak kullanılan evde yalnız başına ağırlamak veya Kadının sabahın erken saatlerinde başka bir erkeğin evine gitmesi gibi verilebilecek örnekler zinanın gerçekleştiği ihtimaline vücut verir.

Yukarıda esası verilen sosyal medya yazışma ve görüntüleri sebebiyle zinada “Diğer taraftan davacı-davalı erkek, eşinin bir başka erkekle kendisini aldattığına yönelik iddiasını dava dilekçesi ekinde sunduğu sosyal medya görüntüleri ve mesajlara dayandırmıştır. Yapılan incelemede sosyal medya yazışma ve görüntüleri içerikleri itibarıyla zinaya muhakkak gözüyle bakılmasını gerektirir niteliğinde olup, bu durum zinanın varlığına delalet eder. Açıklanan durum karşısında kadının zina eyleminin ispatlanmış olduğu gözetilerek Türk Medeni Kanunu’nun 161. maddesi koşullarının oluştuğunun kabulü ile zina (TMK. m. 161) hukuki sebebiyle tarafların boşanmalarına karar verilmesi gerekirken “her yazışmanın zinaya sebebiyet vermeyeceği görülecektir. Sadece zinaya muhakkak göz ile bakılacak yazışmalar zinayı ispatlayabilir.

NELER ZİNA SAYILMAZ?

Nelerin zina sayılmayıp nelerin sayılmayacağı incelenecek olan uyuşmazlık konusu somut olaya göre değişmektedir. Bazı kişilerce zina olarak kabul edilse dahi insan ilişkilerine dayanan bazı sevgi göstergeleri veya davranışlar toplum hayatında zina olarak kabul edilmez ve hukuki olarak zinaya bağlanan sonuçlar doğurmaz. 

Evlilik birliğinin zinaya karşı korunmasının amacı; eşlerin birbirlerine karşı sadakatle yükümlü olmalarından kaynaklanmaktadır. TMK Madde 185/3’te yer alan “Eşler, … birbirine sadık kalmak … zorundadırlar.”  Hükmü gereği eşlerin dürüstlük kuralına uygun bir şekilde hayatlarını idame ettirmeleri gerekmektedir. Bu sadakat yükümlülüğün içerisine; cinsel sadakat de dahildir. 

Bunlara örnek olarak Yargıtayın içtihatlarında ve doktrinde belirli bazı eylemlerin zina sayılmadığı kabul edilmektedir. Bunlara örnek olarak Kusura dayanmayan cinsel ilişki verilebilir. Kusur dışından kastedilen şey kişinin uyur gezer olması, tehdit veya cebir kullanarak cinsel ilişkinin yaşanması veya iradesinin herhangi bir şekilde sakatlanmış olması (ilaç, hipnoz vs.) Fakat irade sakatlığı konusunda dikkat edilmesi gereken bu sakatlığın kişinin isteği dışında olmasıdır, mesela kişi kendi istek ve iradesiyle ilaç almamalıdır. 

Zina eyleminin evlilik süresi içinde olması gerektiğinden; evlilikten önce veya sonra gerçekleşen cinsel yaklaşımlar zina olarak nitelendirilmez.

Kanaatimizce evlilik akdi insanoğlunun imza attığı hayattaki en önemli sözleşmesidir, evlilik akdinin sona erdirilmesi de hayattaki en önemli sözleşmenin feshedilmesi anlamına gelmektedir. Bu akit sona ererken, boşanma sebeplerinin iyi irdelenmesi doğru sebeplere doğru gerekçeler ile dayanılması ve de dava süreci neticesinde maddi manevi tüm hakların elde edilebiliyor olması elzemdir. Bu yüzden özellikle zina gibi özel bir sebebe dayanan boşanma davalarında mutlaka ama mutlaka aile hukuku alanında uzman bir avukattan destek almanızı tavsiye ederiz, aksi durum manevi ve maddi kayıplara yol açabilecektir.

Av. Burak Temizer- Burak Temizer Hukuk Bürosu- Nişantaşı Şişli İstanbul

NAFAKA VE NAFAKA ARTTIRIM DAVASI

1.GİRİŞ

Nafaka artırım davası, nafaka alacaklısının nafaka ödeme borcu olan kişiden söz konusu nafaka miktarının artırılmasını talep etmek için açtığı davadır. Günümüzde sıklıkla değişen ekonomik ve sosyal koşullar nafaka miktarının nafaka alacaklısının hayatını idame ettirmek için yeterli gelmemesine neden olabilir. Bu durumda nafaka alacaklısı nafaka artırma davası yoluyla nafaka artırımı talep edebilir

Nafaka alacaklısı, nafaka artırımını haklı sebeplere dayandırmalıdır ve nafaka ödeme borcu olan kişinin ekonomik durumunun iyi yönde gelişmiş olduğunu kanıtlamakla yükümlüdür.

Bahsedilen nafaka artırım davaları, koşulları, hükümleri şeklinde 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (“TMK”) çeşitli maddelerinde düzenlenmiştir. Bu yazıda, nafaka tanımı ve çeşitlerinden, nafaka artırımının nasıl talep edileceğinden, dava şartlarından, görevli ve yetkili mahkemelerden ve talebin değerlendirme sürecinden bahsedilecektir.

Anahtar Kelimeler: Nafaka Artırım Davası, Nafaka, Kusur, Türk Medeni Kanunu, Boşanma, Yardım, Nafaka Artar Mı?, Nafaka Nasıl Artar, Nafaka İçin Neler Gerekli, Nafaka Şart mı?

2. NAFAKA VE TÜRLERİ

Nafaka, mahkeme kararı ile bir eşin, boşanma sonucunda maddi güçlüğe düşecek diğer eşe ve çocuklara boşanma süresince veya boşanma sonrasında ödemekle yükümlü olduğu maddi destektir. Nafaka kurumunun koruduğu hukuki yarar, evliliğin sona ermesi durumunda dahi, aile bireylerinin birbirine olan yardım ve bakım yükümlülüğünün uygun bir şekilde yerine getirilmesidir. Nafaka ödenmesine hükmedilip hükmedilmeyeceği konusunda kusur, müşterek çocuğun varlığı, tarafların ekonomik gücü gibi kıstaslar bulunmaktadır ve bu kıstaslar her bir nafaka türü için ayrı ayrı değerlendirilmelidir.

Nafaka, yardım nafakası, tedbir nafakası, yoksulluk nafakası ve iştirak nafakası olmak üzere dörde ayrılır.

a) Tedbir Nafakası

Boşanma davası kesin bir şekilde sona ermediği sürece evlilik kurumu devam eder ve bu nedenle eşlerin birbirine olan yükümlülükleri de devam eder. Tedbir nafakası, boşanma davası boyunca eşlerden birinin geçiminde güçlük çektiği veya çekebileceği durumlarda eşlerden diğerinin onun geçimine katkıda bulunmasını sağlayan bir nafaka türüdür. Tedbir nafakası, eşin diğer eşe dava devam ettiği sürece yaptığı maddi yardıma verilen isimdir.

Müşterek çocuğun varlığı halinde, velayeti tedbiren elinde bulunduran eşe ödenecek bir tedbir nafakası da söz konusudur. Çocuğun yararına tedbir nafakasına hükmedilmesi de talebe bağlı değildir. Hakim, çocuğun yüksek menfaatini gözeterek de tedbir nafakasına hükmedebilir.

İlgili konu 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m.169’da “Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re’sen alır.” şeklinde düzenlenmiştir.

Tedbir nafakası miktarı hakim tarafından belirlenir ve söz konusu nafaka türünde evlilik birliği halen devam ettiği için tarafların kusuru veya davayı kimin açtığı dikkate alınmaz. Hakim, tedbir nafakasına re’sen hükmedebilir, tedbir nafakasına hükmedilebilmesi için tarafların talebi aranmaz.

Tedbir nafakası, boşanma davası açıldığı günden itibaren ödenmeye başlanır. Başka bir deyişle, boşanma davası açıldığı tarihten nafaka kararının verildiği tarih arasında kalan süre içinde de nafaka ödenir, yani tedbir nafakası geçmişe etkili bir nafakadır. Tedbir nafakası, boşanma davasının sonuçlanmasıyla birlikte sona erer.

Resmi bir evliliğin mevcut olması, eşlerin ayrı yaşaması ve ayrı yaşamalarında haklı bir sebep bulunması halinde boşanma davası açılmadan da tedbir nafakası talebinde bulunulabilir.

b) Yoksulluk Nafakası

Boşanma sebebiyle eşlerden birinin yoksulluğa düşecek olması halinde eşlerden diğeri maddi gücü oranında ona maddi yardımda bulunulmasına hükmedebilir. Hukukumuzda buna yoksulluk nafakası adı verilmektedir. Yoksulluk nafakasına hükmedilmesinde korunan hukuki yarar, evlilik sona erse bile eşler arasındaki yardım ve dayanışmanın devam etmesi gerektiğidir.

İlgili konu, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m.175/1’de “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.” şeklinde düzenlenmiştir.

Tedbir nafakasından farklı olarak, yoksulluk nafakası, nafaka tanımını yaparken bahsettiğimiz birtakım koşullara bağlıdır.

Nafaka talebinde bulunan eş ancak çalışma gücünden ve hayatını idame ettirecek başka bir maddi güçten yoksunsa yoksulluk nafakasına hak kazanabilir. Nafaka talebinde bulunan eş çalışma gücünden yoksun olmamasına rağmen çalışmayı reddediyorsa bu durum dürüstlük kuralıyla uyuşmaz. Bu nedenle nafakaya hükmedilmez.

Hakimin yoksulluk nafakasına karar verebilmesi için, yoksulluğa düşen eşin talepte bulunması gerekmektedir. Hakim re’sen yoksulluk nafakasına karar veremez. Yoksulluk nafakası hem erkek hem de kadın eşler tarafından talep edilebilir

Söz konusu maddede belirtildiği üzere, talep eden eşin kusursuz ya da diğer eşten daha az kusurlu olması şartı aranır. Talepte bulunan eşin boşanmada diğer eşten daha fazla kusurlu olması, talepte bulunan yoksulluğa düşmüş olsa bile nafakaya hükmedilmesine engeldir. Yine söz konusu maddede belirtildiği gibi, kendisinden nafaka talep edilen eşin kusurlu olması aranmaz.

Kendisinden nafaka talep edilen eşin ödeme gücü, yoksulluk nafakasına hükmedilip hükmedilemeyeceğinin değerlendirilmesinde ve bu nafakanın miktarını belirlemede dikkate alınır. Nafaka talep edilen eşin maddi gücü, yoksulluk nafakasının üst sınırıdır.

Yoksulluk nafakası kural olarak süresizdir yani eşlerden biri ölünceye kadar devam eder ancak yoksulluk nafakasının belirli bir süreyle kısıtlanmış olması veya nafaka alacaklısının uygunsuz bir hayat sürmesi, evli olmamasına rağmen evli gibi hayat yaşaması ve artık yoksul olmaması nedenlerinden dolayı nafaka kaldırılabilir. Tarafların maddi gücündeki değişiklikler nedeniyle nafaka miktarının sonradan artırılmasına veya azaltılmasına hükmedilebilir.

İlgili konu, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m.176/3,4’te “İrat biçiminde ödenmesine karar verilen maddî tazminat veya nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü hâlinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi hâlinde mahkeme kararıyla kaldırılır. Tarafların malî durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.” şeklinde düzenlenmiştir.

c) İştirak Nafakası

Velayet kendisine bırakılmamış olan eşin, velayet kendisine bırakılmış olan eşe, müşterek çocuğun giderlerini karşılayacak oranda ödemesi hükmolunan miktara iştirak nafakası adı verilir. Boşanmış olma, velayet bırakılmamış eşe, çocuğun bakım masraflarına katılma yükümlülüğünü sona erdirmez. Kendisine velayet bırakılmamış eş, gücü oranında çocuğun masraflarına katılmak zorundadır.

Hakim, çocuğun menfaatini göz önünde bulundurarak iştirak nafakasına re’sen hükmeder. İştirak nafakasına hükmolunması için velayet bırakılmış eşin talebine ihtiyaç yoktur. Velayet bırakılmamış eşin ödeme gücü yoksa iştirak nafakasına hükmedilmez.

İştirak nafakası kural olarak çocuk yetişkin oluncaya kadar devam eder ancak çocuk, yetişkin olduktan sonra da eğitimine devam ediyorsa çocuğun eğitimi sona erene kadar iştirak nafakası ödenir. Eğer çocuk, yetişkin olduktan sonra da bakıma muhtaç haldeyse yardım nafakası talep edebilir.

İlgili konu, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m.182/3,4’te “Velâyetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlâk bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır. Hâkim, istem hâlinde irat biçiminde ödenmesine karar verilen bu giderlerin gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir.” şeklinde düzenlenmiştir.

d) Yardım Nafakası

Yardım almadığı sürece yoksulluğa düşecek olan kardeş, üst soy ve alt soya ödenmesi hükmedilen miktara yardım nafakası ismi verilmektedir. Yardım nafakasına hakim re’sen hükmetmez, talebe bağlı bir nafakadır.

Yardım nafakası, ancak kendisine bakmakla yükümlü kimselerde bulunduğu nafaka talebinin reddedilmesi halinde istenebilir.

İlgili konu, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m.364/1’de “Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür.” şeklinde düzenlenmiştir.

3. NAFAKA ARTIRIM TALEBİ

Sosyal, ekonomik, hastalık, eğitim gibi koşullar ve hakkaniyetin gerektirdiği hallerden dolayı hükmolunan nafaka, nafaka alacaklısı eşin ve/veya müşterek çocuğun hayatını idame ettirmesi için yetersiz kalabilir. Bu durumda nafaka alacaklısı eş, nafaka artırım talebinde bulunabilir. Nafaka artırım talebinde bulunmak için halihazırda hükmolunmuş bir nafaka söz konusu olmalıdır.

Nafaka artırım talebinde bulunan eşin talep nedenlerinin değerlendirilmesinde hakimin takdir yetkisi bulunmaktadır. Nafaka artırım talebinde nafaka alacaklısının ihtiyaçlarının artması, hükmolunan nafakanın giderleri karşılamada yetersiz kalması, nafaka borçlusunun maddi gücünde ciddi artış olmuş olması şartları aranır.

Nafaka artırım talebinde boşanma davası devam ederken veya boşanma davası sona erdikten sonra bulunulabilir. Bu durumu iki ayrı başlık altında incelemek gerekir.

a. Boşanma Davası Devam Ederken Talep Edilen Nafaka Artırımı

Boşanma davasının devam ettiği hallerde, nafaka alacaklısı eş, halihazırda hükmolunmuş tedbir nafakasının artırılmasını talep edebilir. Alacaklı eş, artışı hakimden talep eder. Bu talep, duruşma öncesinde dilekçe şeklinde hakime sunulabileceği gibi duruşma sırasında hakimden sözlü olarak da talep edilebilir.

“Dava, tedbir nafakasının artırımı talebine ilişkindir.Dosyada toplanan bilgi ve belgelerden; davacının ev hanımı olduğu, gelirinin bulunmadığı, aylık 450 TL kirada oturduğu, davalının ise aile hekimi olduğu, aylık gelirinin ….500 TL olduğu, 600 TL kirada oturduğu anlaşılmaktadır. … Aile Mahkemesinin 2014/276 Esas, 2014/457 Karar sayılı kararı ile; taraflar arasında görülen boşanma davasında feragat nedeniyle davanın reddine, … lehine hükmedilen 750 TL tedbir nafakasının kararın kesinleşmesine kadar devamına karar verilmiş; 26.05.2014 tarihinde … tarafından açılan tedbir nafakasının artırımı davasında … Aile Mahkemesinin 2014/558 Esas, 2015/93 Karar sayılı kararı ile davacı lehine dava tarihinden itibaren 850 TL tedbir nafakasına hükmedilmiştir. Önceki nafakanın dava tarihi olan 26.05.2014 tarihinden bu artırım davasının açıldığı 01.07.2015 tarihi arasında … yılı aşkın bir süre geçmiş olması bu süre içinde davacının ihtiyaçlarının doğal olarak arttığı ve davalının gelirinde de öncekine nisbeten artış olduğu ve paranın da enflasyon oranında değer kaybına uğramış olduğu bir gerçektir.”[1]

b. Boşanma Davası Bittikten Sonra Talep Edilen Nafaka Artırımı

Boşanmadan sonra talep edilecek nafaka artırımı için ayrı olarak nafaka artırım davası açılması gerekmektedir. Bu durumda boşanma davası devam ederken talep edilen nafaka artırımından farklı olarak tedbir nafakası değil, yardım, iştirak ve yoksulluk nafakası söz konusudur. Nafaka artırım davasının açılması açısından herhangi bir hak düşürücü süre veya zamanaşımı süresi düzenlenmemiştir. Nafaka alacağı devam ettiği sürece nafaka artırım davası açılabili

4. NAFAKA ARTIRIM DAVASI ŞARTLARI

Nafaka artırım davası açılabilmesi için sona ermemiş ve halihazırda hükmedilmiş bir nafakanın mevcut gerekmektedir. Bu nafakanın, anlaşmalı veya çekişmeli bir boşanma davasında hükmedilmiş olması nafaka artırım davası açısından bir önem teşkil etmez.

Nafaka artırım davasının açılabilmesi için, hükmedilen nafakanın, nafaka alacaklısının, iştirak nafakası söz konusuysa müşterek çocuğun giderlerinin artmış olması veya nafaka borçlusunun maddi gücünde olumlu yönde bir değişiklik olması şartı aranmaktadır.

“Bu süre içinde tarafların sosyal ve ekonomik durumları değiştiği gibi, müşterek çocukların yaşı ve ihtiyaçları da doğal olarak artmıştır.Tarafların gerçekleşen sosyo-ekonomik durumları, nafakanın niteliği ve müşterek çocukların yaşı, eğitim durumu ve ihtiyaçları gözetildiğinde; yerel mahkemece takdir edilen iştirak nafakası miktarı az olup, hakkaniyete uygun bulunmamıştır.O halde, mahkemece yapılacak iş; müşterek çocukların yaşı, eğitim durumu, ihtiyaçları, davacı anne ile nafaka yükümlüsü babanın ekonomik durumu gözetilerek, TMK’nun 4.maddesinde vurgulanan hakkaniyet ilkesi de dikkate alınarak daha uygun bir nafakaya hükmetmek olmalıdır.”[2]

5. NAFAKA ARTIRIM DAVASINDA GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME

Nafaka artırımı için açılacak davalarda görevli mahkeme Aile Mahkemesi’dir. Aile Mahkemesi’nin bulunmadığı yerlerde görevli mahkeme Asliye Hukuk Mahkemesi’dir. Asliye Hukuk Mahkemesi, Aile Mahkemesi sıfatıyla söz konusu davalara bakabilir.

Nafaka artırımı için açılacak davalarda yetkili mahkeme, nafaka alacaklısının yerleşim yeri mahkemesidir.

İlgili konu, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m.177’de “Boşanmadan sonra açılacak nafaka davalarında, nafaka alacaklısının yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir.” şeklinde düzenlenmiştir.

6. NAFAKA ARTIRIM DAVASINDA MAHKEMENİN DEĞERLENDİRDİĞİ KRİTERLER

Nafaka artırım talebinin kabul edilip edilmemesi ve gerekçelerin değerlendirilmesi durumu hakimin takdirine bağlı olsa da söz konusu davanın açılabilmesi için somut şartlar bulunmaktadır. Nafaka artırım davası açacak nafaka alacaklısı, talebini mahkemeye sunmalıdır. Hakim, nafaka artımını re’sen gerçekleştirmez.

Bu şartlar,

a.Nafaka alacaklısının giderlerinin artması veya iştirak nafakasının söz konusu olduğu hallerde müşterek çocuğun giderlerinin artması,

b.Değişen ekonomik koşullar nedeniyle hükmolunan nafakanın nafaka alacaklısının veya iştirak nafakası söz konusuysa çocuğun giderlerini karşılamakta yetersiz kalması,

c.Mevcut bir nafaka yükümlülüğünün bulunması ve bu yükümlülüğün sona ermemiş olması,

d.Nafaka yükümlüsünün maddi gücünün artmış olmasıdır.

İlgili konu, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m.176/3’te “Tarafların malî durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.” ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m.331’de “Durumun değişmesi hâlinde hâkim, istem üzerine nafaka miktarını yeniden belirler veya nafakayı kaldırır.” şeklinde düzenlenmiştir.

“…iradın artırılması veya azaltılması için ya tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin bunu zorunlu kılması gerekmektedir. Bu doğrultuda; nafaka alacaklısı davacının ihtiyaçları ile nafaka yükümlüsü davalının gelir durumunda, nafakanın takdir edildiği tarihe göre olağanüstü bir değişiklik olmadığı takdirde; yoksulluk nafakası TÜİK’in yayınladığı ÜFE oranında artırılmalı ve böylece taraflar arasında önceki nafaka takdirinde sağlanan denge korunmalıdır.”[3]

Nafaka arttırım davaları konunun uzmanları iyi ve yetkin avukatlar tarafından takip edilmesi gereken davalar olup, profesyonel bir hukuki destek almadan hukuk aleminde adımlar atmak büyük mağduriyetlere yol açmaktadır.

Av. Burak Temizer- Burak Temizer Hukuk  Bürosu- Nişantaşı-Şişli-İstanbul

iyi boşanma avukatı, en iyi boşanma avukatı, istanbul en iyi boşanma avukatı, nafaka avukatı, nişantaşında iyi avukat, boşanma için avukat, boşanma için iyi avukat, boşanma avukatı bul

KAYNAKÇA

1. İzzet DOĞAN, TÜRK MEDENİ KANUNUNUN DÜZENLEMELERİNE GÖRE TEDBİR, YOKSULLUK VE İŞTİRAK NAFAKASI

2. Mustafa DURAL, Tufan ÖĞÜZ, Mustafa Alper GÜMÜŞ, Türk Özel Hukuku Cilt 3 Aile Hukuku, Filiz Kitapevi, İstanbul, 2022

3. Alper UYUMAZ, Kemal ERDOĞAN, AİLE HUKUKUNDAN DOĞAN UYUŞMAZLIKLARIN ALTERNATİF ÇÖZÜM YOLLARI

4. Cenk AKİL, MEDENİ MUHAKEME HUKUKUNDA DEĞİŞİKLİK DAVASI ve MADDİ HUKUKTAKİ GÖRÜNÜM BİÇİMLERİ

[1] Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2016/10912 E. , 2017/995 K. [2] Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2018/5498 E. , 2018/10545 K. [3] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2021/4645 E. , 2021/5308 K.

AİLE KONUTU HAKKINDA; AİLE KONUTU NE DEMEK?

  1. Aile Konutu

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1 Ocak 2002’de yürürlüğe girmesi ile bazı önemli değişiklikler gerçekleşmiştir. Söz konusu değişikliklerden biri de “aile konutu” kavramının Türk hukukuna kazandırılmasıdır.

TMK’da bu kavramın tanımına ilişkin bir düzenleme mevcut olmamakla birlikte, aile konutu; gerekçedeki, doktrindeki, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nün ‘4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’ adlı genelgesindeki ve Yargıtay kararlarındaki tanımlardan hareketle “resmen evli olan karı kocanın birlikte yaşamlarının merkezi haline getirdikleri, bu olgunun dışarıdan bakıldığında da üçüncü kişiler tarafından rahatlıkla anlaşılabildiği ve kaybı halinde barınma hakkının zarar göreceği ortak konut ” şeklinde tanımlanabilir.

İşbu kavram, ailenin özellikle de eşlerin korunması amacıyla Kanunun çeşitli hükümlerine sirayet etmiştir. Buradaki korumadan maksat, aile konutunu, konut üzerinde hak sahibi olan eşin müdahalelerine karşı korumadır.

Aile Konutunun Özellikleri

  1. Aile konutu için bir evlilik birliği mevcuttur.

TMK m. 194 anlamında aile, yasal bir evlilik birliği neticesinde oluşan ailedir. Dolayısıyla hukuken evli olmaksızın meydana getirilen birlikteliklerle, bir konuta aile konutu vasfı kazandırılamayacaktır.

Aile konutunun varlığı yasal evlilik birliğinin mevcut olmasına bağlandığından, bu birliğin ölüm, iptal ve boşanma gibi sebeplerle son bulması halinde aile konutu vasfının da yitirileceği açıktır. Dolayısıyla aile konutunun süresi evlilik birliğinin süresiyle uyuşmaktadır. Ancak, konutun, terk, ayrılık kararı veya birlikte yaşamaya ara verilmesi hallerinde ve iptal ve boşanma davaları esnasında bu niteliğini koruyup koruyamayacağı tartışmalıdır.

Aile konutu üzerinde ayni veya şahsi hak sahibi olan eşin evi terk etmesi durumunda bu eşin evde kalan diğer eş ve çocukların menfaatini zedeleyecek işlemler yapma riski daha yoğun olduğundan aile konutu niteliği ve bu niteliğe bağlanan koruma devam edecektir. Diğer eşin evi terk etmesi durumunda ise bir daha geri dönmeyeceğinin kesin olarak anlaşılması halinde aile konutu niteliği son bulacaktır.

Ayrılık kararı veya birlikte yaşamaya ara verilmesi halinde ve iptal ve boşanma davaları esnasında kural olarak evlilik birliği son bulmadığından söz konusu koruma devam edecektir.

  1. Aile konutu, eşler tarafından birlikte seçilir.

TMK m. 186/1’e göre, eşler oturacakları konutu beraber seçerler.

Beraber seçme zorunluluğu uygulamada pek karşılığını bulmaz. Nitekim eşlerden birinin aile konutunu seçmesi halinde diğerinin rıza göstermesi veyahut belirlenen aile konutunda her iki eşin rızasının bulunması da birlikte seçim koşulunu sağlar.

  1. Aile konutu tek bir konuttur.

Hayatın olağan akışına göre, eşlerin birlikte oturdukları ve olağan yaşantılarını düzenli olarak sürdürdükleri tek bir konut söz konusudur.

Bununla birlikte, değişen dünya düzeni ve genişleyen olanaklarla, aileler hayatlarının bir bölümünü farklı konutlarda sürdürmektedirler. Böyle bir durumda bu farklı konutların diğer gerekli şartları sağlamasıyla aile konutu olarak değerlendirilmeleri ve Kanunun aile konutu korumasından faydalanmaları mümkündür.

 III. Türk Medeni Kanunu Kapsamında Aile Konutu

Aile konutunun korunmasına ilişkin yasal düzenleme asıl olarak TMK m. 194’te yer almaktadır. Bu madde sistematik açıdan eşlerin işlem özgürlüğüne getirilen bir sınırlama olarak “evliliğin genel hükümleri” başlığı altında yer aldığından, eşler arasında mal rejimi ne olursa olsun uygulanabilecek bir maddedir.

1.Eşlerin Hukuki İşlem Özgürlüğüne İstisna: Aile Konutu

TMK m. 193’e göre, “Kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, eşlerden her biri diğeri ve üçüncü kişilerle her türlü hukukî işlemi yapabilir”. Dolayısıyla bir eş herhangi bir hukuki işlemi gerçekleştirirken diğerinin onayını veya rızasını almak zorunda değildir.

Bununla birlikte, TMK m. 194, aile yaşantısının en önemli maddi varlığı olan aile konutunu diğer eşin olası müdahalesinden korumak ve eşler arasında menfaat dengesini sağlamak amacıyla “Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz” diyerek eşlerin hukuki işlem özgürlüğünü düzenleyen hükme istisna getirmiştir.

TMK m. 194/2 ise rızayı sağlayamayan veya haklı bir sebep olmaksızın rıza göstermeyen eşe hakimin müdahalesini talep etme imkanı tanımıştır.

TMK m. 194 ile diğer eşin rızasına bağlanan hukuki işlemler kira sözleşmesinin feshetmek, mülkiyeti devretmek ve mülkiyet hakkını sınırlandırıcı işlemler tesis etmektir.

2. Kira Sözleşmesinin Feshi

Hükme göre, kira sözleşmesi akdetmek suretiyle şahsi bir ayni hak elde eden eş, diğer eşin rızası olmadıkça işbu sözleşmeyi feshedemeyecektir. Bununla birlikte yazılı tahliye taahhüdünde de diğer eşin rızası aranmalıdır zira bu taahhüt fesih ile aynı hukuki sonuçları doğuracaktır.

Aynı maddenin dördüncü fıkrası, kira sözleşmesinin tarafı olmayan eşe, kiralayana yapacağı bildirimle kira sözleşmesinin tarafı olma imkanını tanımıştır. Bu imkandan yararlanan eş, diğer eşle birlikte kira sözleşmesinden doğan borçlardan müteselsilen sorumlu hale gelecektir. Kiracı olmayan eşin yapacağı bildirim herhangi bir şekle tabi tutulmamıştır.

Kiracı eş, fesih işlemini noter yoluyla yapmak istemiş ve noter, işlemin aile konutuyla ilgili olduğunu farketmişse diğer eşin rızasını aramalı, rıza yoksa işlemi gerçekleştirmemelidir. Aksi takdirde işlem noterde gerçekleştirilmiş olmasına rağmen geçerli bir hukuki sonuç doğurmayacaktır.

3. Mülkiyetin Devri

Eşlerden biri, aile konutu üzerinde mülkiyet hakkına sahip olabilir. TMK m. 194’e göre, bu eş, sahip olduğu mülkiyet hakkını diğer eşin rızası olmadan devredemeyecektir.

Eşler aile konutu üzerinde birlikte paylı mülkiyete sahipseler, eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu hallerde TMK m. 194/1 ile aynı hükmü içeren TMK m. 223/2 de uygulama alanı bulur. TMK 223/2’ye göre, “Aksine anlaşma olmadıkça, eşlerden biri diğerinin rızası olmadan paylı mülkiyet konusu maldaki pyaı üzerinde tasarrufta bulunamaz.”

Eşlerden biri aile konutu üzerinde üçüncü kişilerle beraber paylı mülkiyet sahibi ise, yine pay sahibi eş diğer eşin rızası olmaksızın bu payı üzerinde tasarrufta bulunamaz. Zira eşlerden birinin pay sahibi olduğu konut, bu pay hakkına dayanılarak aile konutu olarak kullanılmakta olduğundan, payın kaybı bu hakkın da kullanımına engel teşkil edebileceğinden diğer eşin rızasının alınması gereklidir.

Eşlerin aile konutunda elbirliği ile malik olduğu durumlarda, TMK m. 702 gereğince eşler, kanunda veya sözleşmede aksine hüküm bulunmadıkça, tasarruf işlemleri için oybirliğiyle karar vermelidirler. Bu sebeple TMK m. 194’ün uygulanmasına gerek kalmaz.

TMK m. 194 hükmü ile hak sahibi eşin aile konutuna ilişkin iradî işlemleri diğer eşin rızasına bağlanmış olup, hak sahibi eşin iradesi dışında mülkiyet hakkının kaybı sonucunu doğuran cebrî satışlar ve kamulaştırma işlemlerinde diğer eşin rızası aranmaz.

  1. Mülkiyet Hakkını Sınırlandırıcı İşlemler

Hak sahibi eş, aile konutu üzerinde mülkiyet hakkı sahibi olmayıp, intifa hakkı veya üst hakkı gibi sınırlı bir aynî hakka dayanarak aile konutunu kullanım hakkı elde etmişse, bu hakkını üçüncü bir kimseye devretmesi halinde de eşinin rızasını almak zorundadır.

Buna karşın mülkiyet hakkı sahibi eşin aile konutunun bulunduğu arazi üzerinde üçüncü kişiler lehine tanıyacağı geçit ve mecra haklarına ilişkin irtifaklar aile konutunun konut olarak kullanılmasını önemli derecede etkilemediklerinden, bu hakların tesisinde diğer eşin rızası aranmaz.

Aile konutunun hak sahibi eş tarafından kendi borcuna veya üçüncü bir kişinin borcuna güvence oluşturması için ipotek edilmesinde ve aile konutu üzerinde tasarruf yetkisini sınırlandıran işlemlerden sayılacağından kat karşılığı inşaat sözleşmelerinde diğer eşin rızası aranmalıdır.

2. Mal Rejimlerinde Aile Konut

1.Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi

Sağ kalan eş, eski yaşantısını devam ettirebilmesi için, ölen eşine ait olup birlikte yaşadıkları konut üzerinde kendisine katılma alacağına mahsup edilmek, yetmez ise bedel eklenmek suretiyle intifa veya oturma hakkı tanınmasını isteyebilir.”,

2. Paylaşmalı Mal Ayrılığı Rejimi

Paylaşmaya tâbi mallar arasında aile konutu ve ev eşyası da bulunmaktadır. Paylaşmalı mal ayrılığı rejiminin düzenlendiği TMK m. 254 ve 255’de aile konutu ve eşyası ile ilgili hükümlere yer verilmiştir.

3.Mal Ortaklığı Rejimi

Bu mal rejiminde eşler ortaklık mallarına elbirliği ile maliktirler.

TMK m. 279 ile sağ kalan eşe öncelikle mülkiyet hakkı tanınmış, ancak; haklı sebeplerin varlığı halinde, sağ kalan eşin veya yasal mirasçıların istemi ile mülkiyet yerine intifa veya oturma hakkı tanınabilmesine olanak verilmiştir.

Mal ortaklığı rejiminin ölüm dışındaki bir sebeple sona ermesi halinde, eşlerden her biri, üstün bir yararın varlığını ispat ederek aynı istemleri ileri sürebilir.

  1. Miras Hukuku’nda Aile Konutu

Her ne kadar aile konutunun süresi evlilik birliğinin mevcudiyetine bağlanmış olsa da TMK m. 652, ölüm sonrası mirasın paylaşılmasında sağ kalan eşe ayni hak tanınması suretiyle aile konutunu ayakta tutmuştur.

Eşler, hangi mal rejimini seçmiş olursa olsunlar miras hukuku kuralı olan TMK m. 652 hükmüne dayanabilir ve ölen eş ile birlikte oturdukları ev ya da ev eşyasının miras paylarına mahsuben kendisine özgülenmesini isteyebilirler.

Sağ kalan eş TMK m. 652/1’e dayanan bir talepte bulunmadıkça hâkim, aile konutu veya ev eşyasının sağ kalan eşe tahsisine karar veremez.

Nitekim, Yargıtay 14.Hukuk Dairesi  2020/ 3509 E., 2021 / 2907 K. sayılı kararında da “Medeni Kanunumuz bu düzenleme ile eşlerin birlikte yaşadıkları konut ve kullandıkları bu eşyalar ile ilgili olarak sağ kalan eşe mal rejimi hükümleri dışında mirastan bir takım haklar tanımıştır. Mal rejimi ne olursa olsun, sağ kalan eşe tereke malları arasında bulunan aile konutu ve ev eşyaları üzerinde yasal miras payına mahsuben mülkiyet hakkı, eğer haklı nedenler varsa mülkiyet yerine oturma veya intifa hakkını isteme olanağı getirmiştir. Ancak bu özgüleme ve alım hakkı bedelsiz değildir. Eğer eşin mirastan payına düşen miktar aile konutunun değerini karşılamıyorsa, eş miras payı dışında kalan aile konutunun değerini ödeyerek onun mülkiyet hakkını talep edebilecek, bakiye değeri ödeyecek gücü yok ise aile konutu üzerinde intifa veya oturma hakkı talep edebilecektir.” şeklinde ifade etmiştir.

  1. Aile Konutunun Şerhi

Türk Medeni Kanunu, aile konutunu düzenlediği 194. maddesini İsviçre Medeni Kanunu’ndan almakla birlikte, bu kanundan farklı olarak, iki farklı fıkraya daha yer vermiştir. Bu fıkralardan biri aile konutu üzerinde “şerh” imkanını sağlayan üçüncü fıkradır. İşbu üçüncü fıkraya göre, “Aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmesini tapu müdürlüğünden isteyebilir.”

Yargıtay 2.Hukuk Dairesi  2021/ 6971 E.,  2021 / 6531 K. sayılı kararında, bu durumu “İlk derece mahkemesince davanın reddine karar verilmiş, hükmün davacı kadın tarafından temyizi üzerine, Dairemizin 15.10.2019 tarih, 2019/3066 esas sayılı ilamı ile davalı eşin dava konusu aile konutu olan taşınmazı, diğer davalı …’a satış yoluyla devrettiği, yapılan yargılama ve toplanan delillerle bu işlem sırasında davacı eşin açık rızasının alındığının ispatlanamadığı, buna göre davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde reddine karar verilmesinin doğru olmadığından bahisle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. İlk derece mahkemesince bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda davanın kabulüne karar verilmiştir.” şeklinde ifade etmiştir.

Tasarruf yetkisi kısıtlamalarına ilişkin TMK m. 1010/son’a göre, “Tasarruf yetkisi kısıtlamaları, şerh verilmekle taşınmaz üzerinde sonradan kazanılan hakların sahiplerine karşı ileri sürülebilir.” Aile konutu şerhi de malikin tasarruflarına değil, diğer eşin rızası alınmaksızın konut üzerinde sonradan ayni hak kazanacak olan kişilere bir engeldir.

Üzerinde şerh olmasa dahi konut, aile konutu niteliğini taşımaya devam edecektir. Nitekim şerh vesilesiyle aile konutu üzerindeki koruma üçüncü kişilere karşı pekiştirilir. Üçüncü kişilerin olası kazanımlarına engel olup olmama eşlere sunulan bir imkandır. Eşler bu imkanı kullanmasalar dahi, aile konutu, sahip olduğu önem nedeniyle yasal olarak korunmaya devam edecektir.

Nitekim Yargıtay 2.Hukuk Dairesi  2021/ 3464 E.,  2021 / 6355 K. sayılı kararında “TMK’nın 194. maddesinde öngörülen sınırlandırma, taşınmazın tapu kaydına aile konutu şerhi konulduğu için değil, konut aile konutu vasfı taşıdığı için getirilmiştir. Bu sebeple taşınmazın tapu kaydında aile konutu şerhi bulunmasa bile o konut aile konutu özelliğini taşır. Nitekim aile konutu şerhi kurucu değil açıklayıcı niteliktedir. Bu durumda; Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesi uyarınca malik olan eş tarafından diğer eşin açık rızası alınmadan aile konutu üzerindeki hakların sınırlandırılması durumunda yapılan bu işlemin “geçerli” kabul edilemeyeceği emredici hüküm gereğidir. Diğer eşin geçerli olmayan işlemin iptali için dava açabileceği kuşkusuzdur.” diyerek görüşünü belirtmiştir.

Aynı daire 2021/ 5337 E., 2021 / 6414 K. sayılı kararında “Türk Medeni Kanunu’nun 194/1. maddesine göre, “Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.” Bu madde hükmü ile aile konutu şerhi “konulmuş olmasa da” eşlerin birlikte yaşadıkları aile konutu üzerindeki fiili ehliyetleri sınırlandırılmıştır. Sınırlandırma, aile konutu şerhi konulduğu için değil, zaten var olduğu için getirilmiştir. Bu sebeple tapuya aile konutu şerhi verilmese bile o konut aile konutu özelliğini taşır. Zira dava konusu taşınmaz şerh konulmasa da aile konutudur. Eş söyleyişle şerh konulduğu için aile konutu olmamakta, aksine aile konutu olduğu için şerh konulabilmektedir. Bu nedenle aile konutu şerhi konulduğunda, konulan şerh “Kurucu” değil “Açıklayıcı” şerh özelliğini taşımaktadır. Anılan madde hükmü ile getirilen sınırlandırma, “Emredici” niteliktedir. Dolayısıyla bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak “Belirli olan” bir işlem için verilebilir.” diyerek kendi görüşünü desteklemiştir. Ayrıca, eşlerin, aile konutu üzerinde şerh koydurma imkanından önceden feragat edemeyeceklerini ve rızalarını ancak belirli bir işlem için vereceklerini ifade etmiştir.

Aile konutu şerhi, tapu siciline güven ilkesine bir istisna değildir. Şerh söz konusu ise üçüncü kişi iyiniyetle bir kazanım gerçekleştirmiş olsa da bu kazanımı korunmayacaktır. Sorun, bu şerhin bulunmadığı durumda üçüncü kişinin iyiniyetinin korunup korunmayacağı noktasındadır. Zira, asıl olan Kanunun iyiniyete sonuç bağladığı durumlarda iyiniyetin varlığıdır. Ancak, Yargıtay, bu durumda dahi iyiniyetin korunmasından yana kararlar vermektedir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu  2014/ 1420 E., 2016 / 210 K. ise sayılı kararında “Aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş tarafından, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmemesi halinde, işlem tarafı iyiniyetli üçüncü kişinin 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun 1023. maddesi hükmünden yararlanacağı kabul edilmektedir.  Bu durum aile konutu olarak kullanılan taşınmazın tapu kaydında, konutun bu niteliğini gösteren şerh olmaması hali ile ilgilidir ve taşınmazın aile konutu olduğunu bilmeyen ya da bilemeyecek durumda olan üçüncü kişinin tapuya güven ilkesinden yararlanması asıldır.” diyerek görüşünü ifade etmiştir.

Bununla birlikte, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2018/ 469 E., 2018 / 1134 K. sayılı kararında “Ancak aile konutuna ait tapu kütüğünde böyle bir aile konutu şerhi yok ise, TMK’nun 1023. maddesi gereğince, tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya somut olaydaki ipotek hakkı gibi bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur. Burada iyiniyet karinesinden üçüncü kişi yararlanır. Böyle bir durumla karşılaşan malik olmayan eş, ayni hak kazanan üçüncü kişiye karşı TMK’nun 1025. maddesine dayanarak açacağı davada sonuç alabilmek için iki maddi vakıayı TMK’nun 6. maddesi gereğince ispat etmek zorundadır. Bunlardan birincisi, somut olayda üzerine ipotek tesis edilen konutun aile konutu olarak özgülenmiş olduğudur. İkincisi ise, lehine ipotek tesis edilen üçüncü kişinin TMK’nun 1024. maddesi gereğince iyiniyetli olmadığı yani bu konutun aile konutu olarak özgülendiğini bilen veya bilmesi gereken bir kişi olduğu vakıasıdır. Burada ispat külfeti davacıda, yani malik olmayan eştedir. TMK’nun 194/1 maddesiyle aile konutuna getirilen koruma, herkese karşı ileri sürülebilecek ve eşya hukuku ilkelerini ortadan kaldıracak mutlak bir hak değildir. Somut olayla ilgili olmasa bile, genel olarak, şu hususu da ifade etmek gerekir ki malik olan eşin yüzlerce konutu olabilir. Bunlardan hangisinin aile konutu olarak özgülendiği, üzerinde bir şerh olmadıkça anlaşılamaz. Ayrıca uygulamada, iyiniyetli olmayan taleplere de rastlanmaktadır. Bu yüzden, aile hukuku ilkeleri ile eşya hukuku ilkeleri bir arada korunmalıdır. Yine hukuk muhakemesine özgü ispat kurallarının korunmasında da titizlik gösterilmelidir.” diyerek iyiniyeti korurken aile hukuku kurallarını göz ardı etmemiştir. Kurul, her iki kavramı birlikte değerlendirerek somut olay adaletini sağlamaya özen göstermiştir.

Eşlerden herhangi birinin tek taraflı talebiyle tapuya şerh düşülmesi durumunda, işlemin sonucundan diğer eş bilgilendirilecektir. Nitekim TMK m. 1019/1’e göre, tapu memuru, ilgililerin bilgisi dışında yaptığı işlemleri onlara tebliğ etmekle yükümlüdür. Bu durumda aile konutu üzerinde hak sahibi olan eş, tebliğden itibaren bu işleme itiraz edebileceği gibi  TMK m. 194/2 gereği hâkime başvurarak şerhin terkinini de isteyebilir.

Malik olmayan eşin, TMK m. 194/3 gereği aile konutu şerhini tapuya düşebilmesi için, aile konutunun malikiyle resmi nikâhlı evli olduğuna dair belge (evlilik cüzdanı veya evlilik birliğinin devam ettiğini kanıtlayan aile nüfus kaydı örneği) ve konutun aile konutu olduğuna dair belge (muhtar veya apartman yöneticisinden alınacak imzalı belge) ile tapuya başvurması gerekir.

Eşlerin şerh için birlikte müracaat etmeleri halinde konutun aile konutu olduğuna dair belge sunmalarına gerek yoktur. Ancak, bahsedilen konut ile aile konutu olduğu ileri sürülen konutun aynı olup olmadığının tapu müdürlüğünce veya muhtarlıkça tespiti gerekmektedir.

Evlilik birliğinin devamında aile konutu şerhinin kaldırılmasının talep edilebilmesi için;

1- Aile konutunun bu özelliğini kaybetmiş olduğunun ya da yeni bir aile konutunun edinilmiş olduğunun kanıtlanması gerekir.

Evlilik birliğinin son bulması halinde  şerhin kaldırılmasının talep edilebilmesi için;

Malik olan eş tarafından ilgili Tapu Sicil Müdürlüğü’ne;

1- Evlilik birliği ölümle sona ermişse malik olmayan eşe ait ölüm belgesi ya da nüfus kaydı,

2- Evlilik birliği iptalle sona ermişse buna ilişkin mahkeme kararı,

3- Evlilik birliği boşanma ile sona ermişse buna ilişkin mahkeme kararı ibrazı halinde dava konusu taşınmaz malın üzerinde mevcut aile konutu şerhinin terkini gerekir.

Aile konutu eşlerin boşanma sürecinde ve dahi evlilik birliği sırasında yapılacak bankacılık işlemleri/ipotek/kredi/kira sözleşmeleri oldukça önemli bir hukuki kurum olup, aile konutuna dair yapılacak hukuki işlemlerde mutlaka alanında uzman iyi bir avukattan danışmanlık alınmasını tavsiye ederiz.

Av. Burak Temizer- Burak Temizer Hukuk Bürosu- Nişantaşı Şişli İstanbul 

Boşanma Avukatı Nedir?

Boşanma avukatı, evlilik birliğinin sona ermesi ile ilgili hukuki işlemlerin yürütülmesinde uzmanlaşmış avukattır. Boşanma avukatı, boşanma davasının açılması, yürütülmesi ve sonuçlandırılması sürecinde müvekkilini temsil eder.

Boşanma Avukatının Görevleri

Boşanma avukatının görevleri şunlardır:

  • Boşanma davasının açılması için gerekli belgeleri hazırlamak
  • Boşanma davasının mahkemede takip edilmesini sağlamak
  • Boşanma davasının sonuçlandırılması için gerekli işlemleri yapmak
  • Boşanma davasında müvekkilinin haklarını korumak
  • Boşanma sonrası velayet, mal paylaşımı, nafaka gibi konularda müvekkiline hukuki destek sağlamak

Boşanma Avukatı Seçerken Dikkat Edilmesi Gerekenler

Boşanma avukatı seçerken dikkat edilmesi gereken hususlar şunlardır:

  • Avukatın boşanma hukuku alanında uzman olması
  • Avukatın deneyimli olması
  • Avukatın güvenilir olması
  • Avukatın müvekkiline karşı dürüst ve şeffaf olması

Boşanma Avukatının Ücreti

Boşanma avukatının ücreti, avukatın deneyimi, uzmanlığı ve dava konusuna göre değişebilir. Boşanma avukatının ücreti, genellikle saatlik ücret veya dava sonunda belirlenen ücret şeklinde olabilir.

Boşanma Avukatı ile Çalışmanın Faydaları

Boşanma avukatı ile çalışmak, boşanma sürecini daha kolay ve sorunsuz bir şekilde atlatmanıza yardımcı olabilir. Boşanma avukatı, boşanma davasının tüm aşamalarında müvekkilini temsil ederek onun haklarını korumaya çalışır. Boşanma avukatı, boşanma sonrası velayet, mal paylaşımı, nafaka gibi konularda da müvekkiline hukuki destek sağlayabilir.

Boşanma Avukatı ile Çalışmanın Dezavantajları

Boşanma avukatı ile çalışmak, maddi bir külfet olabilir. Boşanma avukatının ücreti, boşanma davasının süresine ve karmaşıklığına göre değişebilir.

Boşanma Avukatının Önemi

Boşanma, bir insanın hayatında yaşanabilecek en zor olaylardan biridir. Boşanma sürecinde hukuki destek almak, bu zor süreci daha kolay ve sorunsuz bir şekilde atlatmanıza yardımcı olabilir. Boşanma avukatı, boşanma davasının tüm aşamalarında müvekkilini temsil ederek onun haklarını korumaya çalışır. Boşanma avukatı, boşanma sonrası velayet, mal paylaşımı, nafaka gibi konularda da müvekkiline hukuki destek sağlayabilir.

Boşanma Avukatı konusu ile ilgili destek almak için buraya tıklayabilirsiniz.